MERHABA

Uzun zamandır bana ulaşan hastalarıma hizmet veriyor, hem kendi branşımla, hem de genel sağlıkla ilgili sorularını cevaplıyorum.


Malumunuz, internet engin bir deniz, her konuda kaynak oluşturabilecek sınırsız bir bilgi kaynağı. Ancak, ne yazık ki, yanlış kullanıma ve yönlendirmelere de çok açık. Tamamen tesadüfi olarak, benim ismim altında yazılmış, asla ilişiğim olmayan bir web sitesinde "Astımlılar ve allerjisi olanlar, yazın egzersiz yapmasın" açıklaması ile karşılaşınca, kimseyi yanlış yönlendirmemek adına hastalarıma kendi blogumdan seslenmeye karar verdim.


Sağlıklı olup da sağlığını korumaya devam etmek isteyen bireylere ise, bundan böyle buradan sesleneceğim, elimden geldiğince güncel bilgilerimi paylaşacak ve soruları yanıtlayacağım.


Sevgi ve sağlıkla...


Sayfalar

6 Aralık 2010 Pazartesi

HASTA BİNA SENDROMU


Hasta bina sendromu, bazı tip binalarda yaşayan ya da çalışan kişilerde ortaya çıkan halsizlik, baş ağrısı, sersemlik hissi, bulantı, cilt kuruluğu, gözlerde batma, burunda tıkanıklık ya da akma gibi belirtilerin toplamıdır. Bu durumda, altta yatan başka bir hastalık söz konusu değildir. Kişi, binanın her yerinde ya da sadece bir bölümünde, hatta bir odasında bu belirtileri hissedebilir. Yapılan çeşitli çalışmalarda, bu belirtilerin daha çok kadınlarda görüldüğü saptanmıştır.

Bu belirtiler, genellikle penceresi açılmayan, merkezi bir havalandırmaya bağlı olan binalarda ortaya çıkar. Günümüzde, özellikle ofis binaları giderek artan sıklıkta camları açılmayacak şekilde inşa edilmektedir. İçeriden dışarıya sıcak/soğuk hava girmesi ve dışarıdaki ısıtılmış/soğutulmuş havanın dışarı kaçması engellenerek enerji tasarrufu sağlanmaktadır. Ancak, dış ortamla ilişkisi tamamen kesilmiş bu binalarda iç ortam kirliliğine maruziyet de artmaktadır.

Hasta bina sendromunun ortaya çıkmasına havalandırma yetersizliğinden başka faktörler de yol açar. Örneğin, duvardan duvara döşemelerde kullanılan yapıştırıcı maddeler, böcek ilaçları, temizlik malzemeleri, ofislerde kullanılan fotokopi makinelerinden yayılan ozon, inşaatta ya da izolasyon amaçlı kullanılan sentetik materyallerden yayılan formaldehit gibi kimyasallar, ofislerdeki elektromanyetik radyasyon bu belirtilerin tetiğini çekebilir. Belirtiler, genelde ofise geldikten birkaç saat sonra ortaya çıkar, binadan ayrılınca düzelir.

Sigara da, pek çok zararlı uçucu bileşiğin bina havasına yayılmasına ve böylece iç ortamın daha da kirlenmesine katkıda bulunur. Bakteri, virüs ve küf mantarları, polenler, böcek vb hayvanların çıkartıları ise, binanın biyolojik olarak kirlenmesine neden olur.

Hasta bina sendromunu engellemek için alınabilecek çeşitli önlemler vardır. Örneğin, havalandırma sistemlerinin sık sık temizlenmesi ve filtrelerinin değiştirilmesi, bina içinde sigara içilmesinin yasaklanması, hava temizleyici cihazlardan yararlanılması bu tedbirler arasında sayılabilir. Fayanslardaki rutubetli bölgelerin değiştirilmesi, halıların yine nemden arındırılması yarar sağlar.

2 Ekim 2010 Cumartesi

GRİP
Grip, çoğunlukla sonbahar ve kış aylarında görülür. Hastalığı taşıyan kişilerin öksürmesi ya da hapşırması ile havaya yayılan damlacıklarla ve doğrudan temasla bulaşır. Kapı kolları, bilgisayar klavyeleri, telefonlar gibi ortak kullanılabilecek eşyalar bulaşmaya neden olabilir. Kuluçka dönemi, 1-4 gün arasındadır. Belirtilerin başlamasından önceki 24 saat ve sonraki beş gün kişinin bulaştırıcılığı devam eder.

Gribin belirtileri arasında ateş, boğaz ağrısı, burun akıntısı, hapşırık, öksürük, baş ağrısı, kaslarda ve eklemlerde ağrı ve halsizlik sayılabilir. Genellikle 1-2 hafta içinde iyileşme görülür. Ancak yaşlılarda, diyabetlilerde, altta yatan böbreğe, kalbe ya da solunum sistemine ait kronik hastalığı olan kişilerde daha ağır seyredebilir. Bunun yanında zatürre gibi hastalıklara da zemin hazırlayabilir.

Grip aşısı yapılması asla grip olmayacağınız anlamına gelmez

Grip, bir virüs hastalığı olduğundan antibiyotik tedavisine yanıt vermez. Hastalara bol sıvı almaları, yatak istirahati ve belirtilere yönelik ilaçlar önerilir. Virüse yönelik ilaçlar erken dönemde faydalıdır.
Gripten korunmada gripli kişilerle temastan kaçınılması, ellerin sık sık yıkanması (örn. tokalaşma sonrası), kapalı kalabalık ortamlardan kaçınılması ve grip aşısı önerilebilir. Grip virüsü sürekli tip değiştiren bir virüs olduğundan Dünya Sağlık Örgütü her yıl o sene sık görülen virüs tiplerini belirlemekte ve aşı buna göre hazırlanmaktadır. Aşı, 3 tip ölü virüs içermektedir. Uygulandıktan sonra etkisinin ortaya çıkması 10-15 gün kadar bir süre almaktadır. Bu nedenle sonbahar başlarında yapılması önerilmektedir. Tüm kış boyunca yapılmasının bir sakıncası yoktur, erken yapılmasının nedeni, bağışıklığın bir an önce başlamasının sağlanmasıdır. Bu arada, çoğunlukla koruyucu olsa da grip aşısı yapılması, kişinin o yıl asla grip olmayacağı anlamına gelmez. Aşının koruyuculuğu, yüzde 60-80 arasında değişmektedir. Ayrıca grip aşısı gribe benzer diğer hastalıklardan (nezle gibi) korumamaktadır.

Kimlere grip aşısı yapılmalıdır?

65 yaşın üzerindekiler, bazı akciğer hastalığı olanlar (astım, kronik bronşit gibi), kronik kalp ve damar hastaları, şeker hastaları, kan hastalığı olanlar, bağışıklığı baskılanmış kişiler (uzun süreli kortizon kullanımı, AIDS, kanser tedavisi görenler gibi) grip aşısı yaptırmalıdır. Ayrıca, bakım/huzur evlerinde kalanların ve burada çalışan personelin, sağlık personelinin de grip aşısı yaptırması uygun olabilir.

Kimlere grip aşısı yapılmamalıdır?

Aşı tavuk yumurtasında hazırlandığından yumurta alerjisi olanların, aşının içeriğine alerjisi bulunanların, Guillain-Barré Sendromu adı verilen nörolojik bir hastalığı olanların ve hamileliğinin ilk 3 ayındaki kadınların grip aşısı yaptırmaması gerekmektedir. 6 aydan küçük bebeklere de grip aşısı uygulanmamalıdır. Aşı yapılacağı zaman ateşli bir hastalık geçirmekte olanların da, rahatsızlıkları düzelene kadar aşıyı ertelemesi önerilmektedir.

Grip aşısının yan etkisi var mıdır?

Grip aşısı canlı olmayan virüs içerdiğinden aşıya bağlı olarak grip geçirmek mümkün değildir. Ancak, aşıya bağlı hafif yan etkiler görülebilir. Bu yan etkiler arasında,
 Aşı yapılan bölgede ağrı, kızarıklık ya da şişme,
 Kas ağrıları,
 Kırgınlık hissi,
 Hafif ateş sayılabilir.
Nadiren, özellikle yumurta alerjisi olanlarda, ciddi alerjik reaksiyon görülme riski vardır.
AKUT BRONŞİT

Bronşit, “bronş” adı verilen büyük havayollarının iltihabi hastalığı anlamına gelir. Hem virüsler, hem bakteriler akut bronşite neden olabilir.
Öksürük, 5 günden uzun sürer, 20 güne dek uzayabilir, nadiren 1 ayı geçer. Balgam genellikle koyu renktir.
Akut bronşit, çoğunlukla sigaraya bağlı olan kronik bronşitten farklı bir hastalıktır. Kronik bronşit, en az iki yıl üst üste ve bu iki yılın en az üç ayında öksürük ve balgamla seyreden ilerleyici bir rahatsızlıktır.
NEZLE

Nezle, 1-2 hafta sürebilen bir solunum yolu enfeksiyonudur. Çoğunlukla sonbahar ve kış aylarında görülür. Belirtileri arasında burun akıntısı ve tıkanıklığı, hapşırık, boğaz ağrısı, öksürük, hafif ateş bulunur. Süresi 2 gün ile 2 hafta arasında değişir. Çoğunlukla, 1 haftada iyileşir. 2 haftadan uzun sürüyorsa, akla allerjik hastalık ihtimali gelmelidir.
Nezlenin tek bir etkeni yoktur; 200’den fazla virüs nezle etkeni olabilir. Bulaşma, ya havaya yayılan mikroplarla, ya da mikropların olduğu eşyalara elledikten sonra, elin gözlere/yüze teması ile olur.
Nezle, bir komplikasyon olarak kulak iltihabı ve sinüzite yol açabilir. Şiddetli sinüs ağrısı, şiddetli öksürük, balgam çıkarma, yüksek ateş, nezlenin üzerine eklenen bir bakteri enfeksiyonunu gösteriyor olabilir.
Nezle, bir bakteri enfeksiyonu olmadığı için, antibiyotiklerle tedavi edilemez. Tedavide istirahat, bol sıvı alınması, bazı gargara/sprey ya da pastiller ve belirti giderici ilaçlardan yararlanılabilir. Nezleden korunmak için mümkün olduğunca havasız ve kapalı ortamlardan kaçınmak, sık sık elleri yıkamak önerilebilir.
BAĞIŞIKLIĞI GÜÇLENDİRMEK

Bağışıklık sistemi, pek çok hücre ve organı içeren, oldukça komplike bir sistem. Bu sistem sayesinde enfeksiyonlar ve kanserler gibi hastalıklardan korunuyoruz. Sağlıklı işleyişi pek çok faktöre bağlı. Doğuştan gelen bazı bağışıklık yetmezliklerinin yanı sıra, yeterli beslenmeme, ruhsal stres, kimi hastalıklar ve bazı bağışıklık baskılayıcı ilaçlar bu sistemin dengesini bozabiliyor. Sağlıklı bir bağışıklık sistemine sahip kişiler çevresel faktörlerin etkisiyle kolay kolay hasta olmazken, bağışıklık sistemi zayıfladığında zararsız görünen mikrobik hastalıkların bile ölümle sonuçlanması söz konusu olabiliyor.

• Bağışıklık sisteminin iyi çalışmasının anahtarı, dengeli beslenmektir. Bunu başaran “sihirli” bir besin yoktur, önemli olan sağlıklı koşullarda üretilmiş ve hazırlanmış besinleri, dengeli bir biçimde tüketmektir.
• Yeterli protein alın. Protein kaynağı olarak hayvansal proteinlerle bitkisel proteinleri dengeli bir biçimde tüketin.
• Çiğ sebze-meyve ile beslenin. Sebze ve meyveler içerdikleri doğal vitaminler ve diğer antioksidanlar aracılığıyla, bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olurlar.
• Probiyotiklerden yararlanın (yoğurt, kefir…). Bu tür besinler, mide-barsak sistemindeki bağışıklık sistemi elemanlarının sağlıklı işleyişinde rol almaktadır.
• Uykunuzu alın. Yalnızca yeterince uzun süre uyumak değil, “kaliteli” uyku uyunması da bağışıklık sisteminin sağlıklı işleyişi açısından önemlidir.
• Egzersiz yapın, ancak, aşırıya da kaçmayın. Düzenli yapılan egzersizin enfeksiyon riskini azalttığı gösterilmiştir. Tam tersine aşırı ve düzensiz egzersiz, bağışıklık sisteminin işleyişini olumsuz etkileyebilir.
• Hayata olumlu bakın, gülün.
• Hazır içecekler yerine doğal, taze sıkılmış meyve sularından yararlanın, mutlaka bol sıvı alın.
• Çay için. Yeşil çay “kateşin” adı verilen bir antioksidanı bolca içermektedir. Çaydaki polifenoller, pek çok hastalığa neden olabilen oksidan maddelerle savaşılmasına yardımcı olmaktadır.
• Sigaradan vazgeçin, pasif olarak sigara dumanına maruz kalmamaya çalışın. Sigaranın, bağışıklık hücrelerinin yanıtını bozduğu gösterilmiştir.
• Kilonuzu ideal aralıkta tutmaya çalışın. Aşırı yağ tüketiminden, özellikle “trans yağlar”dan kaçının. Gereğinden fazla yağlı besinler tüketmenin bağışıklık sistemini olumsuz etkilediği gösterilmiştir. Bunun yanında, hızlı kilo kaybı da, bağışıklık sistemini zayıflatmaktadır. Bilinçsiz, hızlı kilo kaybettiren diyetlerden kaçının.
• Temizlik maddelerinin aşırı kullanımı ile cildinizin sağlıklı ve normal bakteri dengesini bozmayın.
• Hekim kontrolünde olmadan alınan gereksiz antibiyotik kullanımından kaçının.

17 Eylül 2010 Cuma

SOLUNUM YOLU İNFEKSİYONLARINDAN KORUNMADA HİJYEN TEDBİRLERİ

Tatil bitti, okullar açıldı, havalar soğumakta. Yavaş yavaş iç ortama kapanıyoruz. Sonbaharla beraber, solunum yolu hastalıkları da kapıda. Güçlü bir bağışıklık sistemi, infeksiyonlar dahil pek çok hastalıkla baş edebilse de, mikrobik hastalıkların bulaşmasını önleyecek önlemlerden yararlanılabilir.

Pek çok enfeksiyon hastalığında olduğu gibi, solunum yolu infeksiyonlarından korunmada da alınacak en önemli tedbirlerden biri, uygun el temizliğidir. Gün içinde her tür ortamla temas eden ellerimiz, dış ortamdaki pek çok mikrobun bize taşınmasında rol alabilir. Özellikle ortak kullanılan eşyalar, hastalıkların bulaşmasında önemlidir. Kapı kolu, elektrik düğmesi, klavye, telefon ahizesi gibi eşyalara daha önceden hasta insanların çıkartıları temas etmişse, bulaştırtıcı olabilirler. Bu yüzeylerin belli aralıklarla günlük hayatta kullandığımız temizlik malzemeleri ile temizlenmesi, korunmada etkili olabilir. Bunun dışında, her türlü ortak yüzeye temas ya da tokalaşma sonrası, ellerin ağız, burun, yüze sürülmemesi, ellerin sabunlu etkin bir biçimde iyice yıkanması uygun olacaktır. Ellerin yıkanmasının mümkün olmadığı durumlarda, el dezenfektanlarından da faydalanılabilir.

Hasta kişilere temastan kaçınılması, ev halkından biri hasta ise, hasta kişiye ait havlu, nevresim, tabak, çanak, bardak vb eşyaların ortak kullanılmaması gerekir. Hasta kişinin eşyaları ile temastan sonra da ellerin yıkanması önerilir. Yine, evin sık sık havalandırması uygun olacaktır.
"GÖĞÜS HASTALIKLARI" NE DEMEK?

   Ne yazık ki, "göğüs hastalıkları" dendiğinde, hala çoğu kişi bunu "meme hastalıkları" olarak algılıyor. Göğüs hastalıkları, solunum yollarının ve akciğerlerin hastalıklarını kapsıyor oysa (astım, solunum yolu allerjileri, akut ve kronik bronşitler, zatürre, tüberküloz, akciğerde pıhtı, akciğer kanseri, sarkoidoz, solunum yolu infeksiyonları gibi).

   Bu hastalıkların tanı ve tedavisinin dışında, göğüs hastalıkları uzmanlarının koruyucu hekimlik alanında da önemli rolleri bulunuyor. Sadece akciğerlerde değil, tüm sistemlere hasar verebilen ve pek çok hastalığın gelişiminde önemli bir etken olan sigarayı bırakmak için de başvurulacak adres, göğüs hastalıkları uzmanları.

   Son olarak hangi yakınmaların bir göğüs hastalıkları uzmanına başvurmayı gerektirdiğini de belirtelim: nefes darlığı, öksürük, balgam çıkarma, göğüs ağrısı (ayrıca kardiyolojiye de başvurmak gereklidir), solunum yolu allerjilerine ait belirtiler, mutlaka bir göğüs hastalıkları hekimi tarafından değerlendirilmelidir.

13 Eylül 2010 Pazartesi

"MEHMET ÖZ BİLE KANSER OLDU..."

   Sağlıklı yaşam gurusu Mehmet Öz'de olası bir kanser hastalığı saptanması ile ilgili o kadar çok soru aldım ki, bu konuda bir kaç satır yazmadan edemeyeceğim.

   Özellikle sağlıklı yaşam için "ot gibi yaşamak" deyimini kullanan pek çok kişi, Mehmet Öz'de kötü huylu olma olasılığı bulunan bir barsak sorunu bulunmasını neredeyse keyifle yorumluyor. Sigara ve alkol kullanmayan, örnek bir biçimde sağlıklı beslenen, düzenli spor yapan Mehmet Öz bile kanser olduysa, kaderin önüne geçilmez şeklinde bir yaklaşım revaçta. Oysa, şu şekilde düşünmeli bence: Mehmet Öz bu kadar dikkatli davranmasa ve özenli yaşamasa, kimbilir, yirmili-otuzlu yaşlarında kansere teslim olacak, kimse erken yaşta kendine kanseri kondurmadığından tedavide belki de geç kalınmış olacaktı.

   Ne yazık ki, hastalıklar sadece yaşam şeklimize değil, genetik alt yapımıza bağlı olarak da ortaya çıkabiliyor. Ancak ırsi olarak yatkın olduğumuz her hastalığı geçirmek zorunda değiliz. Örneğin, kalp hastasının bol olduğu bir aileden geliyorsak, sigara içmediğimiz, kilomuzu ve kolesterolümüzü dengede tuttuğumuz, gereken kontrolleri zamanında yaptırdığımızda, kalp hastası olma olasılığını belirgin derecede azaltıyoruz. Genlerimiz ne derse desin, çevresel faktörleri kontrol ederek pek çok hastalığın önüne geçmek, ya da taramalarla erken saptamak mümkün.

   Öyle ya da böyle, aile öykümüz ne olursa olsun, sağlıklı yaşam için yapılacaklar listesi çok da uzun değil aslında. Sağlıklı beslenmek, doğal olmayan herşeyden uzak durmak, sigara-alkol gibi bağımlılık yapıcı maddeleri kullanmamak, mümkünse düzenli spor yapmak, hatta sporu hayatımıza sokmak (bir klasik olacak ama, asansör yerine merdiven kullanmak gibi) ve en önemlisi, stresi hayatımızdan çıkarmak... Tüm bunlara rağmen, Mehmet Öz gibi, rutin kontrolleri de unutmamak da önemli.

   Sağlıklı günler...

30 Ağustos 2010 Pazartesi

ZATÜRRE


   Zatürre, çeşitli mikroplar veya kimyasallar nedeniyle akciğerlerin iltihaplanması anlamına gelir. Zatürrede akciğer içindeki hava keseciklerinde iltihabi bir sıvı toplanır. Yaşlılar, altta yatan kalp veya solunum yolu hastalığı olanlar (kronik bronşit gibi), diyabetliler, böbrek yetmezliği olanlar, bağışıklık yetmezliği bulunanlar (AIDS hastaları, doğumsal bağışıklık bozukluğu olanlar gibi) ve alkolikler özellikle risk altındadır. Zatürre, gripten sonra da gelişebilir.

   Zatürre, genellikle, mikrop içeren damlacıkların hasta kişinin öksürmesi veya hapşırmasıyla havaya karışması ve kişinin bunu soluması ile bulaşır. Ayrıca, kişinin ağız, burun ya da boğazında hastalık yapmadan bulunabilen bazı mikroplar, vücut direncinin düşmesiyle hastalık yapar hale gelebilir.

   Zatürrenin belirtileri arasında öksürük, balgam (genellikle koyu renkli), ateş, göğüs ağrısı, nefes darlığı ve kimi zaman kan tükürme bulunur. Bazen “tipik olmayan zatürre” söz konusudur. Bu durumda ateş fazla ön planda değildir. Baş, vücut ve eklem ağrıları, hatta karın ağrısı olabilir. Öksürük ya kurudur ya da az miktarda balgam çıkarılır.

   Zatürre tanısında, akciğer filmi, kan tahlili ve balgam incelemelerinden yararlanılır. Tümöral olaylar da bazen bronşları tıkayarak zatürreye zemin hazırlayabilir. Bu nedenle, özellikle ileri yaşta, sigara içme öyküsü olan hastaların mutlaka bu yönden de araştırılmaları uygun olacaktır.

   Antibiyotiklerin keşfinden önce son derece öldürücü olan zatürre, günümüzde başarıyla tedavi edilebilmektedir. Başka bir hastalığı bulunmayan, genç ve genel durumu iyi olan hastalarda zatürre ayaktan tedavi edilebilir, ancak 65 yaşın üzerindekilerin, altta yatan başka hastalığı olanların, solunum yetmezliği bulunanların ya da ağır zatürresi olanların hastanede yatırılarak tedavi edilmeleri uygun olur.

   Tedaviye başlandıktan sonra genellikle birkaç gün içinde ateş düşer ve kişi kendini daha iyi hissetmeye başlar. Muayene bulgularının ve akciğer filminin düzelmesi daha uzun zaman alır.

   Zatürreden korunmada genel sağlık tedbirlerine uyulmasının yararı olacaktır. İyi beslenme, sigaradan uzak durulması da önerilebilir. Özellikle kış aylarında, kapalı kalabalık ortamlar enfeksiyonların yayılmasını kolaylaştırabilir. Zatürreye neden olan mikroplar hava yoluyla yayılabileceğinden bu tür yerlerde mümkünse bulunmamak önerilebilir.

   Bunların dışında, zatürrenin sık sebeplerinden biri olan “pnömokok” isimli mikroplara karşı aşı da, risk grubundaki kişilere uygulanabilir. Pnömokok aşısı, bu mikrobun 23 tipini içerir. Bağışıklık yetmezliği olanlar, altta yatan kronik bir hastalığı bulunanlar (akciğer, kalp, böbrek, bazı kan hastalıkları ve diabet gibi), 65 yaşın üzerindekiler ve dalağı alınmış olanlar, zatürre gelişimi açısından daha büyük risk taşımaktadır. Aşının yan etkileri genellikle hafiftir. Aşı yapılan yerde küçük bir kızarıklık, şişlik ve ağrı görülebilir. Aşı sonrası ilk bir gün içinde hafif bir ateş olabilir. Nadiren de olsa alerjik reaksiyon gelişebilir. Aşı, ateşli hastalıklar, enfeksiyonlar gibi aktif başka bir hastalık sırasında uygulanmamalıdır. Yılın herhangi bir zamanında yapılabilir. Aşı, ölü bir aşıdır ve aşıya bağlı zatürre hastalığı geçirilmez. Genellikle tek doz aşı yeterlidir, ancak özellikle 65 yaş üzerindekilerde ve bağışıklık yetmezliği olanlarda ilkinden 5 yıl sonra ikinci bir aşı gerekebilir.
“SİGARADAN ÖKSÜRÜYORUM” DERKEN BRONŞEKTAZİ OLABİLİRSİNİZ


   Sigara öksürüğü sandığınız şikayet bronşektaziye ait olabilir

   Ne yazık ki, özellikle sigara içen kişiler, öksürüğü ve balgamı sigara içmenin “normal” bir sonucu olarak kabul etmektedirler. Oysa hem öksürük, hem de balgam pek çok kronik ciddi hastalığın belirtisi olabilir. Bu hastalıklardan belki de en az bilineni, bronşektazidir.

   Bronşektazi, havayollarının anormal bir şekilde ve kalıcı olarak genişlemesi anlamına gelmektedir. Bu hastalıkta etkilenen bronşların duvarında yıkım söz konusudur. Bu hastalık, boğmaca, kızamık, verem ve diğer mikrobik hastalıklardan sonra gelişebileceği gibi, bazı bağışıklık yetmezliği durumlarında, kalıtsal bazı hastalıklar nedeniyle ya da bronşların tümör, yabancı cisim vb nedenlerle tıkanması sonucu gelişebilir. Bazı romatizmal hastalıklar, iltihabi bağırsak hastalıkları ve sarkoidoz (lenf bezi büyümesi ile giden bir hastalık) gibi hastalıklar da bronşektaziye zemin hazırlayabilirler.

   Öksürük ve balgam en önemli belirtileri

   Bronşektazisi olan hastalar, en çok öksürük ve sürekli balgam çıkarmaktan yakınırlar. Balgam bazen çok miktarda olabilir. Nefes darlığı, balgamda kan görülmesi, sık solunum yolu enfeksiyonları da görülebilir. Enfeksiyon seyrinde balgam miktarı daha da artıp rengi koyulaşabilir. Nadiren, bronşektazi balgamsız olabilir. Buna “kuru bronşektazi” adı verilmektedir.

   Sigarayı mutlaka bırakın

   Tanı, hastanın belirtilerinin yanı sıra, akciğer tomografisindeki tipik bulgularla konur. Tomografide bronşların genişlemiş ve bronş duvarlarının kalınlaşmış olduğu görülür. Tedavide en önemli nokta, enfeksiyonların kontrolüdür. Gereğinde balgam kültürleri yapılarak, hekimin belirleyeceği uzun süreli bir antibiyotik tedavisi kullanılabilir. Halk arasında “zatürre aşısı” olarak da bilinen pnömokok aşısı ve yıllık grip aşısı önerilebilir. Genişlemiş olan bronşlarda biriken balgamın rahat çıkarılabilmesi için balgam söktürücüler ve solunum fizyoterapisi de faydalıdır. Tüm hastalara, kullanıyorlarsa, sigarayı bırakmaları önerilmelidir. Eğer hastalık küçük bir akciğer bölümünde sınırlı ise ve aşırı balgam, kan tükürme yakınmaları fazla ise, bu hastalıklı bölgenin cerrahi olarak çıkarılması düşünülebilir.

   Bronşektazinin tanınması için öncelikle bu tanının akla gelmesi gereklidir. Her gün öksürüğü ve balgamı olan hastaların bunu sigaraya bağlayıp “masum” kabul etmemeleri, bir göğüs hastalıkları uzmanına başvurmaları uygun olacaktır.
SİGARAYI BIRAKINCA NE OLUR?


Sigarayı bırakma sürecinde

  • 12-24 saat içinde nikotin ve karbon monoksitin etkisi kaybolur.
  • 1-2 gün içinde tat ve koku alma duyularınız düzelir.
  • 6 hafta içinde bağışıklığı baskılayıcı etki ortadan kalkar.
  • Sigaranın yola açtığı hastalıklara yakalanma riskiniz azalır.
  • Sigarayı bıraktıktan sonraki 1 gün içinde kalp krizi geçirme riskiniz yarı yarıya azalır.
  • Solunum fonksiyonlarınızdaki hızlı gerileme düzelir.
  • Fiziksel kapasitenizde artış olur, daha aktif bir insan haline gelirsiniz.
  • Zamanla dişlerinizdeki ve cildinizdeki nikotine bağlı lekeler kaybolur.
  • Bir süre öksürük ve balgam miktarınızda artış olabilir. Sanılanın aksine bu bir iyileşme belirtisidir, bronşlarınızdaki titrek tüylerin iyileşip solunum yollarınızın temizlenmeye başladığını gösterir.
Sağlıklı bir yaşamın tadını çıkarmaya başlayın

  • Sigarayı bırakmak için sağlığınızı kaybetmeyi beklemeyin.
  • Kendinize güvenin.
  • Kararlı olun. Çevrenizdeki sigara tiryakilerinin sizi yanlış yönlendirmelerine izin vermeyin.
  • Yakınlarınızın desteğini isteyin. Mümkünse ailenizde ya da arkadaş çevresindeki bir sigara içicisiyle beraber sigarayı bırakın.
  • Sigarayı bırakmak için gün belirleyin.
  • Sigara içenlerden ve sigara içilen ortamlardan uzak durun.
  • Alkol, kahve gibi sigara içme isteğinizi arttıran uyaranları tercih etmeyin.
  • Evinizde ve işyerinizdeki küllük, çakmak gibi eşyaları ortadan kaldırın.
  • Sigara içme arzusu duyduğunuzda, ortam değiştirin, şekersiz çiklet çiğneyin, yavaş yavaş su için.
  • Sigarayı bıraktığınızda yaşamanız olası olan sinirlilik, uyku ve konsantrasyon sorunları, iştah artışı gibi belirtilerin geçici olduğunu unutmayın.
   Sigarasız yaşamın getirdiklerini düşünün. Bir çok sağlık riskinden kurtulacağınızı, daha temiz kokacağınızı, artık sağlığınızı tehlikeye atmak için bir de üzerine para vermeyeceğinizi, efor kapasitenizin artacağını, koku alma duyunuzun bile daha keskinleşeceğini ve çocuklarınıza iyi örnek olacağınızı aklınızdan çıkarmayın.

   Artık daha sağlıklı bir insan olmanın tadını çıkarın.

   Tek başınıza başaramayacağınızı düşünüyorsanız, mutlaka bir sigara polikliniğinden yardım alın.
SİGARAYI NASIL BIRAKMALI?

   Sigarayı bırakamayacak insan yoktur, yeter ki istesin. Bırakmayı deneyip de başarısız olmak, bir dahaki denemede yeniden başarısız olunacağı anlamına gelmez. Sigarayı “azaltarak bırakma”, ya da daha düşük nikotin/katran içeren “light” sigaralara geçme, etkin yöntemler değildir.

   Yalnız başına sigarayı bırakmada zorlanan kişilerin başvuracakları yerler, sigara bırakma poliklinikleridir. Bu polikliniklerde hekim kontrolünde sigara bırakma arzusunda olan kişinin bağımlılık tipi (ruhsal/fiziksel ya da her ikisi) saptanır; karbon monoksit düzeyi ölçülür; genel muayene yapılarak sigaranın yapmış olabileceği zararlar araştırılır ve kişiye uygun tedavi başlanır. Kimi bağımlılar için sadece bırakmanın gerekliliğinin hekim tarafından vurgulanması yeterli olurken, kimi durumlarda ilaç, kimi durumlarda ilave psikolojik destek gerekebilir. Sigaranın bırakılması ile ortaya çıkması olası sorunlar, sigara polikliniğini yürüten hekimle beraber aşılmaya çalışılır. Hastanın ihtiyacına göre, ilk 15. gün, 1 ay ve sonraki 3 aylık dönemlerde telefonla ya da yüz yüze görüşmeler yapılır. Hastanın izlemi 1 yıla tamamlanır. 1 yıl sonunda halen sigara içmeyen hasta başarılı kabul edilir.

   Sigara polikliniklerinde kullanılan yöntemler arasında nikotin yerine koyma tedavisi ve ilaç tedavileri yer alır. Bu tedavilerin sigara konusunda deneyimli bir hekim tarafından uygulanması gereklidir. Kişinin kendi başına bu tedavileri kullanması, çeşitli zararlar doğurabileceği gibi, hekim desteği ve motivasyonu olmadığında sigarayı bırakamayan kişi, ilaçlara ve sigarayı bırakabileceğine dair güvenini de kaybetmektedir.


   Nikotin Yerine Koyma Tedavisi:

   Sigara bırakma tedavisinde kullanılan ilk yöntem, nikotin yerine koyma tedavisidir. Fagerström Testi’nde orta-yüksek bağımlılık gösteren kişilerde kullanılabilir. Nikotin, alkol, eroin, kokain vb gibi bağımlılık yapıcı bir maddedir. Sigaranın da en az eroin ve kokain kadar bağımlılık yapabildiği bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün sınıflamasına göre, tütün bağımlılığı ruhsal ve davranışsal bir bozukluk olarak kabul edilmektedir. Mutluluk, rahatlama, açlık hissinde azalma ve konsantrasyon artışı gibi etkileri vardır. Vücut, nikotinin bu etkilerine alışır ve sürekli nikotin almak ister, sonuçta bağımlılık gelişir. Kişi yeterli nikotin almadığında, huzursuzluk, sinirlilik, uyku sorunları, iştah artışı, konsantrasyon güçlüğü yaşar.

   Sigarayı bırakırken sigara yerine giderek azalan dozda nikotinin kullanımı ile nikotin yoksunluk belirtileri engellenmeye çalışılır. Bu yöntem sayesinde kişi, nikotin dışında sigarada bulunan diğer zararlı maddelere maruz kalmamaktadır. Diğer sigara bırakma tedavileri gibi, mutlaka doktor kontrolünde uygulanmalıdır. Bu tedavi yöntemi, gebelerde, süt verenlerde, 18 yaşın altındakilerde, kalp ve damar hastalığı olanlarda kullanılmamalıdır. Nikotin tedavisi alırken, kesinlikle sigara içilmemelidir.

   a) Nikotin sakızı:
   Çoğu ülkede reçeteli satılmasına rağmen, İsviçre, Malta, İsviçre ve ülkemizde reçetesiz alınabilir. Sigara ihtiyacı duyulduğunda çiğnenir. Günlük 12 adetlik doz geçilmemelidir. Asitli içeceklerle beraber tüketilmemelidir. Sakız adedi giderek azaltılır ve bırakılır.

   b) Nikotin bantı:
   Kişinin içtiği sigara adedine göre dozu ayarlanır. 7, 14, 21 mg’lık formları vardır. Üst kolun kılsız ve temiz bir bölgesine yapıştırılan bant, gün boyunca sabit düzeyde nikotin salgılayarak kişinin nikotin ihtiyacını yerine koyar. 24 saat sonra yeni bir bant, bu kez farklı bir bölgeye yapıştırılır. Günde 10 taneden az sigara içenlerde önerilmez. Yapıştırıldığı bölgede ciltte yanma, kızarıklık, kaşıntıya yol açabilir. Cilt hastalığı olanların nikotin bantlarını kullanması uygun değildir.

   c) Nikotin burun spreyi:
   Her iki burun deliğine sıkılır. 3-6 ay kullanılır. Burunda rahatsızlık hissi, öksürük yapabilir.

   d) Nikotin spreyi:
   Burun spreyi gibi 3-6 ay süreyle kullanılır.

 
   İlaç Tedavisi:

   Sigara bırakmada yararlanılan bir diğer yöntem, ilaç tedavisidir. Bu amaçla “Bupropion” ve “Varenicline” isimli ilaçlar kullanılır. Nikotin tedavisinde olduğu gibi, bu ilaçlar da reçeteli alınmalı, mutlaka hekim kontrolünde uygulanmalıdır.

   a) Bupropion:
   Bupropion, aslında bir anti-depresandır. Sigara bağımlıları arasında depresyon görülme sıklığı, sigara içmeyenlerden fazladır. Bunun dışında, depresyonu olan sigara içiciler, depresyonu olmayanlara göre sigarayı çok daha zor bırakmaktadırlar. Bu ilacın sigarayı bıraktırmadaki etkinliğinin yanı sıra, sigara bırakıldığında oluşabilecek öfke, huzursuzluk, konsantrasyon güçlüğü ve kilo alımı gibi belirtileri engelleyebileceğini gösteren çalışmalar vardır. Sigara bırakma gününden 1-2 hafta önce başlanır. İlk 3 gün daha küçük dozda, sonrasında daha yüksek dozda alınır. Bu tedavi yöntemi, ağır depresyonu olanlar ile epilepsi hastalarında kullanılmamalıdır. Yan etkileri arasında uykusuzluk, baş ağrısı, ağız kuruluğu ve çarpıntı sayılabilir. Bu belirtilerin önlenmesi için hekim tarafından doz ve/veya kullanım saati ayarlanması yapılabilir.

   b) Varenicline:
   Nikotin, vücuda alındığında beyindeki nikotin reseptörlerine bağlanır. Bu bağlanma ile beyinde “dopamin” açığa çıkar. Bu, keyif verici bir sinirler arası iletişim maddesidir. Varenicline isimli ilaç, nikotine benzer biçimde dopamin salınmasına neden olmakta ve sonuç olarak sigaranın yaptığına benzer bir haz duygusu ortaya çıkarmaktadır. Bu ilaç, sigara içme arzusunu baskılar ve nikotin yoksunluğuna bağlı belirtilerin ortaya çıkmasını engeller. Sigara bırakma gününden 1-2 hafta önce kullanmaya başlanır. Belirli bir doza kadar doz arttırılarak kullanılır. 12 haftalık kullanım süresi sonrasında, nüksün engellenmesi için 12 haftalık ek tedavi önerilebilir. Bu ilacın bulantı, kabızlık ve uyku ile ilgili sorunlar gibi yan etkileri olabilir.

   Yukarıda bahsedilen tedaviler, hekimin duyacağı ihtiyaca göre tek tek ya da beraber kullanılabilir.

   Ayrıca, sigaraya fizikselden çok ruhsal bağımlılığı olan ve sigara bırakmada tedaviye rağmen sorun yaşayan kişilere, psikolojik destek de önerilebilir.

   Bunların dışında kalan yöntemler, tıbbi kabul edilmemektedir. Ne yazık ki, “sihirli değnek” benzeri bir sigara bırakma yöntemi yoktur.
LIGHT(HAFİF) SİGARA

   Sigaranın akciğer kanseri ile ilişkisinin anlaşılmasını izleyerek, “light” ya da düşük katranlı sigaralar, ilk olarak 1960’ların sonunda piyasaya sürülmüştür.

   Sigara içenlerin çoğu, “light” ya da “mild” sigaraların daha az zararlı olduğunu veya bu şekilde daha kolay sigarayı bırakacaklarını düşünür. Oysa İngilizce’de “hafif” anlamına gelen light sigaralar, normal sigaralar kadar, hatta belki biraz daha fazla zararlıdır. Light sigara boğazda daha “hafif” bir his bırakıyor olabilir; ancak çoğu light sigaradaki tütün miktarı, normal sigaralardaki kadardır. Light sigaralar normal sigaralara oranla daha az katran içeriyor olabilir. Ancak sigara, içerdiği nikotin nedeniyle hem fiziksel, hem ruhsal bağımlılık yapabilen bir maddedir ve kişi light sigara içmeye başlasa da vücudunun alışık olduğu nikotin miktarı değişmez. Bu nedenle sigara bağımlısı; nikotin ihtiyacını light sigarayı daha derine çekmekle, sigaradan daha uzun nefesler almakla, sigarayı sonuna kadar içmekle ya da içe çekilen nefesi daha uzun süre akciğerde tutmakla gidermeye çalışır. Hatta bazen kişi günde birkaç adet daha fazla light sigara içme ihtiyacı bile duyabilir. Bu şekilde günlük toplam nikotin gereksinimini telafi etmiş olur. Bu kompanse edici tarzdaki sigara içme yöntemi ile sigara kaynaklı kimyasal maddeler, sigara içen kişinin daha da uç havayollarına gider. İşte bu nedenle, özellikle light sigara içen kişilerde, geçmişte daha az görülen özel bir akciğer kanseri tipi olan “adenokanser” sıklığı artmıştır.

   Light sigaraların daha zararsız olduğu yanılgısı, sigara içme makinelerinden kaynaklanmaktadır. A.B.D.’de bu makineler, sigaradaki katran miktarını ölçmek için kullanılmaktadır. Ancak, makine, bir insanın sigaradan ne miktar katran alacağını doğru olarak saptayamaz. Light sigaraların filtrelerinde küçük havalanma delikleri bulunur. Bu delikler, sigara makinesi tarafından içildiğinde, sigara dumanını seyreltir ve makine yanlış olarak sigaradaki nikotin ve katran miktarını daha düşük gösterir. Oysa sigarayı içen makine değil de, bir insan olduğunda, yukarıda bahsedilen kompanse edici içme şekillerinin yanı sıra, birey farkında olmadan sigaranın üzerindeki havalanma deliklerini parmaklarıyla kapatır. Dolayısıyla, light sigaranın normal sigaradan pek bir farkı kalmaz.

   ZARARSIZ YA DA AZ ZARARLI SİGARA YOKTUR

   Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, sigara dünyadaki en önemli ikinci ölüm nedenidir. Sigara sayısız hastalığa neden olabilir. Düşük ya da yüksek katranlı, light ya da normal, tüm sigaralar ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. Sadece akciğerlerde değil, vücudun neredeyse tüm organlarında hasar yapabilen sigaranın zararlarından korunmak isteniyorsa, yapılacak en iyi şey sigarayı azaltmak ya da “daha hafifine” geçmek değil, sigarayı tamamen bırakmak olmalıdır. Yapılan araştırmalar, 30 yaşından önce sigarayı bırakmanın sigara kaynaklı hastalıkların gelişimini neredeyse tamamen önlediğini göstermektedir. Yaş ne olursa olsun, sigara bırakıldığında sağlık riskleri azalmaktadır. Sigarayı bırakmakta zorlanan kişilerin, sigara bırakma tedavisinde uzmanlaşmış özel sigara polikliniklerinden yardım alması faydalı olacaktır.
PASİF İÇİCİLİK


   Sigaranın zararı, yalnızca sigara içene değildir; dumana maruz kalan herkes, az ya da çok, bu bir numaralı sağlık zararlısından nasibini alır. Kendi sigara içmediği halde, kişinin sigara dumanına maruz kalmasına “pasif içicilik” denmektedir. Sigara dumanıyla ortama yayılan zararlı maddeler, hem nefes yoluyla, hem de ciltten emilerek kana karışmaktadır. Sigara içmeyen kişilerin yanında içilmese dahi, sigara içen kişinin saçına, cildine ve giysilerine sinen dumandan etkilenebilir. Evin bir odasında sigara yakıldığında, dakikalar içinde tüm eve sigara dumanı yayılır. Halı, duvar, mobilya gibi tüm yüzeylere siner ve günler içinde buradan havaya geri yayılır.

   Sigara dumanına pasif olarak maruz kalmak, öksürük, boğazda yanma, baş ağrısı, bulantı gibi belirtilere yol açmaktadır.

   SADECE YARIM SAATLİK MARUZİYET BİLE, KALBE GİDEN KAN MİKTARINI AZALTMAKTADIR

   Ev ortamında pasif dumana maruz kalan kişilerin kalp hastalığı ve akciğer kanseri riski, %25 artmaktadır. İşyeri ve kamu alanlarında da sigaraya maruz kalındığı göz önüne alındığında, kalp hastalığı riski %50-60 kadar fazlalaşmaktadır.

   Sigaranın içerdiği 4 bin kadar zararlı maddenin yaklaşık 60 tanesi, kansere neden olmaktadır. Pasif sigara dumanına maruz kalanlarda akciğer kanseri riski, %20-30 kadar artabilir. Sadece akciğer değil, mide, karaciğer, böbrek, rahim kanseri ve lösemi riski de pasif içicilik ile artış gösterir.
SİGARA İÇEN KADINLARDA DÜŞÜK VE ÖLÜ DOĞUM TEHLİKESİ


   Binlerce zararlı kimyasal madde içeren sigara, sadece akciğerleri değil, vücutta hemen her organ ve sistemi etkiliyor. Sigara, baba adaylarında sperm sayısı ve kalitesini düşürürken anne adayları için de kimi zaman; dış gebelik, düşük ve ölü doğum riski anlamına geliyor.

   Anne sigara içiyorsa bebek de içiyordur

   Anne karnındaki bebek, göbek kordonu aracılığıyla annenin yediği besinlerden yararlandığı gibi, annenin aldığı ilaçlara ve zararlı maddelere de maruz kalır. Sigaradaki kimyasallar da bebeğe bu yolla ulaşıp, henüz gelişmekte olan minik organlara zarar verir. Nikotin, katran ve karbon monoksit (egzoz gazında bulunan ya da soba zehirlenmelerinde solunan gaz), bebek için sigaradaki en tehlikeli maddelerin başında gelmektedir. Anne sigara içiyorsa, bebek de içiyordur. Sigara, bebeğin küçücük organlarına annesine göre kat kat fazla zarar vermektedir.

   Sigaranın zararı bebekten de önce anne-baba adayına

   Sigara içen kadın ve erkeklerde kısırlık, içmeyenlere göre çok daha sık görülmektedir. Sigara içen erkeklerin sperm sayısı düşmekte ve sperm hareketliliği azalmakta iken kadınların gebelik için gerekli hormonları sigaradan etkilenmektedir. Ayrıca sigara, yumurtanın tüplerden rahme yolculuğunu da sekteye uğratmaktadır. Tüm bunlara ek olarak sigara, kısırlık tedavisinin başarısını düşürmektedir.

   Sigara içen kadınlarda, “dış gebelik” adı verilen, döllenmiş yumurtanın rahim dışında bir yere yerleşmesi durumu ve düşükler ile ölü doğumlar da sık görülür.

   Sigara, “plasenta” ya da “bebeğin eşi” olarak bilinen ve bebeğin anne ile arasındaki besin maddeleri ile oksijen, karbondioksit gibi gazların alışverişinde rol alan organ ile ilgili zararlara da yol açmaktadır. “Plasenta previa”, plasentanın rahmin alt kısmında yerleşmesi anlamına gelir. Bunun sonucunda gebeliğin ilerleyen dönemlerinde kanama görülebilir ve erken doğum yaptırılması gerekebilir. Sigara içenlerde, hem plasenta previa, hem de plasentanın doğumdan daha önce rahim duvarından ayrılması olayı daha sık görülmektedir.

   Sigara ile gelen erken doğum tehlikesi

   Anne gebelik boyunca ne kadar çok sigara içerse, bebek de o kadar küçük doğmaktadır. Erken doğum riski de artmaktadır. Erken doğan bebekler daha küçük dünyaya gelmelerinin yanı sıra, akciğerleri de henüz doğuma hazır olmadığından solunum sorunları yaşayabilmektedir.

   Bebek sağlıklı doğsa da, pek çok hastalık kapıda

   Gebeliği boyunca sigara içen annenin bebeği sağlıkla dünyaya gelmiş olsa da, sigaranın bebek üzerindeki zararlı etkileri sona ermez. Bu çocuklarda nedeni bilinmeyen “ani beşik ölümü sendromu”, sigara içmeyen annelerin çocuklarına göre daha sık görülmektedir (2-3 kat).

   Sigara içen annelerin çocuklarında dudak/damak yarıkları daha sıktır.

   Bu çocuklar, solunum yolu hastalıklarına, kulak iltihaplarına ve bademciğe daha fazla yakalanırlar. Daha da önemlisi, ileriki yıllarda öğrenme, davranış ve dikkat bozuklukları gelişebilmektedir.

   Emziren anneler de sigaradan uzak durmalı

   Gebeliği sigarasız geçiren anne, süt verme döneminde de sigaradan uzak durmalıdır. Sigara, anne sütünü azaltmaktadır. Anne sigara içtiğinde, bebek de emdiği süt yoluyla sigaradaki maddelere maruz kalmış olur. Diğer tüm zararlarının yanında, sigara bu çocukları daha huzursuz yapmakta ve uyku düzenlerini bozmaktadır. Bebeklerin kalp hızları artmakta, karın ağrısı, kusma ve ishal görülebilmektedir.

   Sigarayı başka bir odada içmek de çözüm değil

   Sigara içen anne-babalar, sigarayı bebeğin yanında değil, başka bir oda ya da cam açık/balkonda içtiklerinde sigaranın bebeklerine zarar vermeyeceğini düşünürler. Oysa kişinin giysilerine ya da derisine sinen nikotin ve diğer zararlı maddeler, bebeğe yanında sigara içilmişçesine taşınmaktadır. Amerika’da yapılan bir araştırmada, evin farklı odasında ya da dışarıda sigara içilen evlerin bebek odalarında, hiç sigara içilmeyen evlere göre nikotin ve diğer kimyasalların düzeyi 5-8 kat daha yüksek bulunmuştur. Bebeklerde yapılan idrar tahlillerinde de, sigara ürünleri 8 kat fazla saptanmıştır. Bebeklerin akciğerleri o kadar küçüktür ki, çok az miktardaki sigara dumanı bile onlara zarar verebilmektedir.

   Anne baba olmadan önce sigarayı bırakın

   Tüm bu zararlı etkileri göz önüne alındığında, gebelik planlayan her annenin sigarayı bırakması uygun olacaktır. Hamile bir kadının ise, sigarayı bırakmak için gerçekten çok güçlü bir motivasyonu vardır. Özellikle ilk birkaç aydaki bulantı ve kusmalar, sigarayı bırakmayı kolaylaştırabilir. Kimi gebeler, sadece bırakmaya karar vererek bu kötü alışkanlıktan kurtulabilmektedirler. Bu; hem anne, hem de bebek için en güvenli yoldur. Bunu yaparken sigarayı hatırlatacak her şeyden uzak durmak; sigara ile “iyi giden” alışkanlıkları azaltmak (çay-kahve tüketimi gibi); spor yapmak; sigara isteği geldiğinde bir bardak su içmek, sakız çiğnemek ya da ortam değiştirmek gibi küçük tedbirler işe yarayabilir. Bunu yaparken aile veya iş çevresinde sigara içen biriyle birlikte bırakmayı denemek de faydalı olabilir. Eğer baba adayı da sigara içiyorsa, bebek için risk katlanmış demektir. Bu yüzden anne ve babanın beraberce sigarayı bırakmaları bebek için çok daha önemlidir.

   Eğer kendiliğinden bırakmada sorun yaşanırsa, mutlaka bir hekime danışılması uygun olacaktır. Göğüs hastalıkları uzmanları tarafından yürütülen sigara polikliniklerinde sigaranın bırakılmasına yönelik tedaviler, gereğine göre gebelikte de uygulanabilir.
SİGARANIN ZARARLARI


   Akciğer kanserinden ölümlerin %90’ının, tüm kanser ölümlerinin %30’unun sorumlusu sigaradır

   Kronik bronşit ve amfizemin başlıca sebebi sigaradır. Bu hastalıklar, kişiyi yatağa ve oksijene bağımlı hale getirebilmektedir.

   Sigara, akciğerin doğal savunma sistemini bozar, solunum yollarını kaplayan titrek tüylerin felce uğramasına neden olur, zatürre gibi mikrobik hastalıklara yakalanma riskini arttırır.

   Sigara, kalp krizi riskini 3 kat arttırır, yüksek tansiyona yol açabilir.

   Sigara, damar tıkanıklığına, el ve ayaklarda gangrene ve bunun sonucunda bu uzuvların kesilmesine yol açabilir.

   Sigara, cildi erken yaşlandırır.

   Sigara, mide rahatsızlıklarına yol açabilir.

   Sigara, vücutta C vitamininin tüketilmesine ve bu vitaminin eksikliği sonucu hastalıklara eğilimin artmasına neden olur.

   Hamilelikte sigara içilmesi düşüğe, erken doğuma, bebeğin küçük doğmasına neden olabilir. Bu bebeklerde ileride astım ve allerjik rahatsızlıkların gelişme olasılığı artar.

   Anne veya babası sigara içen çocuklarda öksürük, hırıltı, astım, sinüzit, bademcik ve orta kulak sorunları daha sık görülmektedir.

   Sigara, cinsel organlara giden kan miktarını azaltarak iktidarsızlığa neden olabilir, seks hormonlarının azalmasına ve spermlere zarar vererek kısırlığa neden olabilir.

   Sigarayla alınan karbonmonoksit gazı, hücrelere oksijen taşınmasını engeller.

   Sigara, yalnız içene değil, çevresindekilere de ciddi boyutlarda zarar vermektedir. Sigara dumanıyla ortama yayılan zararlı maddeler, hem nefes almayla, hem de ciltten emilerek kana karışmaktadır. Ortamda içilen her 5 sigara, içmeyenlerin 1 sigara içmesine neden olur.

   Sigara içerek çocuklarınıza kötü örnek olduğunuzu unutmayın.

  Sigara içenlere bazı durumlarda ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılabilmektedir.
AKCİĞER KANSERİNİN YENİ HEDEFİ SİGARA İÇEN KADINLAR


   Akciğer kanseri, dünyada erkeklerde en sık, kadınlarda meme kanserinden sonra ikinci sıklıkta görülen kanser tipi olarak biliniyor. Ülkemizde her yıl çoğunluğu kadın olmak üzere 30-40 bin kişide akciğer kanseri saptanıyor.
   Başlıca görevleri, vücuda oksijen alınması ve yaşamsal faaliyetler sırasında oluşan karbondioksitin vücuttan atılmasını sağlamak olan akciğerlerdeki bir doku ya da hücrelerin kontrolsüz çoğalması sonucu oluşan akciğer kanseri, hem ölüme en çok yol açan hem de önlenmesi en kolay kanser tipidir.

   Dünyada en sık 50-70 yaşlar arasında görülmekle birlikte 35 yaşından sonra risk artmakta ve kadınlarda erkeklere göre çok daha hızlı bir yükseliş göstermektedir. 25 yıl önce bu kanser türü her 11 erkeğe karşılık 1 kadında görülürken, günümüzde neredeyse her 2 erkeğe karşı 1 kadında akciğer kanseri saptanmaktadır ve bunun en büyük nedeni artık kadınların daha çok sigara içiyor olmasıdır.

   Akciğer kanserine neden olan faktörler nelerdir?

   Akciğer kanseri gelişiminde en önemli risk faktörü yüzde 90 oranında sigaradır. Sigara içen birinin akciğer kanserine yakalanma olasılığı, içmeyen birine göre yaklaşık 20 kat artmaktadır. İçilen sigaranın “light”, yani düşük katranlı olması kanser riskini azaltmadığı gibi sigaraya başlama yaşı ne kadar küçükse, içilen süre ne kadar uzunsa ve günlük tüketim ne kadar fazlaysa, kanser riski de o oranda artış göstermektedir.

   Hiç sigara içmediği halde akciğer kanserine yakalanan her üç kişiden biri, pasif içicidir. İçilen her 5 sigara, içmeyenlerin 1 sigara içmesine neden olmaktadır.

   Sigaranın yanı sıra pipo ve puro içilmesi, çevresel ve mesleki faktörler, hava kirliliği, ailede akciğer kanseri olması, sebze ve meyveden fakir, hayvansal yağlardan zengin beslenmek de akciğer kanseri gelişiminde rol oynamaktadır.

   İnşaat endüstrisinde, su boruları, fren balatası gibi endüstriyel alanlarda ve ısı yalıtımında kullanılmakta olan asbest de akciğer kanserine neden olabilmektedir. Nikel, Radon, Krom, Asit dumanı, Kadmiyum, Alüminyum, Berilyum gibi maddelerin kullanıldığı sanayi çalışanlarında da akciğer kanseri daha sık görülmektedir.

Erken Tanı Hayat Kurtarıcıdır!

   Akciğer kanserinin belirtileri olan inatçı öksürük, var olan öksürüğün ve balgamın karakterinde değişme, balgamda kan bulunması, göğüs, sırt, kol ya da omuz ağrısı, nefes darlığı, ses kısıklığı, halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı, boyun ve yüzde şişme gibi durumlar görülebilse de erken dönemde hiç yakınma olmayabiliyor. Bu nedenle; akciğer filmi, bilgisayarlı tomografi, balgam incelemesi, bronkoskopi (havayolunun özel bir aletle incelenmesi) gibi yöntemlerle tanının hemen konulması ve tedaviye geçilmesi gerekiyor. Tedavide, tümörün tipine, büyüklüğüne ve yayılımına bağlı olarak; cerrahi, kemoterapi (ilaç tedavisi), radyoterapi (ışın tedavisi) veya bu yöntemlerin bileşimleri kullanılmaktadır. Tedavide en önemli faktör, tanıda gecikilmemesidir. Her kanser türünde olduğu gibi akciğer kanserinde de erken tanı, hayat kurtarıcıdır.
EKONOMİ SINIFI SENDROMU

AKCİĞER EMBOLİSİ ÖLÜMLE SONUÇLANABİLİR


   Kan hücrelerinin damar içinde göllenmesi sonucu birikerek pıhtı oluşturması anlamına gelen “tromboz”, nadiren de olsa ölümle dahi sonuçlanabilen ciddi bir tıbbi durumdur. Bu pıhtı yüzeyel damarlarda olduğunda, damar boyunca kızarıklık, ağrı ve hassasiyete yol açar. Derin damarlarda olduğunda ise hiç belirti vermeyebilir. Pıhtının kasların arasında seyreden ve cilt yüzeyinden görülmeyen derin damarlarda olması, “derin ven trombozu” olarak isimlendirilir. Bu tür pıhtılar en çok ayak bileği ve diz arasındaki damarlarda görülür. Damar duvarına yapışık olan pıhtının koparak kan dolaşımına karışmasına ise, “emboli” adı verilir. Kopan pıhtı ulaştığı organa göre belirtilere yol açar. Özellikle pıhtının akciğerlere ulaşması sorun yaratmaktadır. Bu durumda ani nefes darlığı, öksürük, ağızdan kan gelmesi ve göğüs/sırt ağrısı gibi belirtiler görülebilir. Zamanında tanı koyulmaz ve tedavi uygulanmazsa, akciğer embolisi, ölümle bile sonuçlanabilir.

   Doğuştan pıhtılaşma bozukluğu, yeni geçirilmiş ameliyatlar, gebelik, doğum kontrol hapları, uzun süreli hareketsizlik, travma, kanser, kalp yetmezliği, aşırı kilo, çok uzun boylu olmak, ileri yaş ve sigara pıhtı oluşum riskini arttıran faktörlerdendir. Pıhtı oluşumu, kadınlarda erkeklere göre daha sık görülmektedir.


EKONOMİ SINIFI SENDROMUNA KARŞI DİKKATLİ OLUN

   Uzun uçak yolculuklarında pıhtılaşma görülebileceği ilk olarak 1951 yılında ortaya konmuştur. 1977 yılında bu olguya “ekonomi sınıfı sendromu” adı verilmiştir. Ekonomi sınıfı koltuklarda, koltuklar arası mesafe daha kısıtlı olduğundan yolcuların hareketi daha zordur. Pıhtılaşmadan muzdarip her 5 hastadan birinde, yakın zamanda yolculuk öyküsü vardır. Yolculuk sırasında hareketsiz kalmak, kabin içi basıncının aşırı kuru olması ve alkol/kafeinli içecekler gibi idrar söktürücülerle kanın yoğunlaşması pıhtı oluşumuna zemin hazırlar. Düşük hava basıncı ve uçak iç ortamında havanın sürekli sirküle etmesinden kaynaklanan oksijen azlığı da, buna katkıda bulunur.


UZUN YOLCULUKLARDA SAAT BAŞI YÜRÜYÜN

   Yolculuk sırasında pıhtı oluşmasının önlenmesi için sık hareket etmek (en azından saatte bir, beş dakika yürüyüş), yolculuğun öncesinden başlayarak bol sıvı tüketmek (her 5 saatlik yolculuk için en az 1 litre), alkol/çay/kahveden uzak durmak, sıkı giysiler giymemek, uzun süre bacak bacak üzerine atmış pozisyonda kalmamak ve varis çorabı giymek önerilebilir. Varis çoraplarının uçuş öncesinde giyilmesi ve uçuş boyunca çıkarılmaması gereklidir. Ancak, şeker hastaları ve atardamar sorunu olanlar, bu tür çorapları doktora danışmadan kullanmamalıdır. Yolculukta uyku ilacı kullanılması, kişiyi hareketsiz bırakacağı için önerilmemektedir. Bacakları sarkıtmaktansa, yukarıya kaldırmanın da kan dolaşımına yardımcı olacağı bilinmektedir. Ayrıca sigara içmemek ve kilo vermenin de pıhtı önleyici etkisi olduğu unutulmamalıdır. Pıhtı riski yüksek olan hastalarda, doktor gerekli görürse kan sulandırıcı ilaçlar da kullanılabilir.
TÜTSÜ, KOKULU MUM VE ODA KOKULARININ ZARARLARI


   Çoğumuz için bulunduğumuz ortamın sadece temiz olması değil, hoş kokması da önemlidir. Bunun için oda spreyi, kötü kokuları önleyici kimyasallar, kokulu mumlar ve tütsülerden yardım alırız kimi zaman. Ancak, sağlığımızdan olmak pahasına odalarımızın güzel kokması ne derece doğrudur tartışılır.

   Çoğu oda kokusu, aslında kokunun kaynağını ortadan kaldırmaz, sadece kötü kokuyu içeriğindeki güzel kokular ile maskeler. Oda deodorantları da parfümlü olabilir ama aslen kötü kokuyu emen maddeler yoluyla kokuları uzaklaştırırlar.

   Aerosol şeklindeki oda kokuları, propan, bütan ve izobütan gibi petrokimyasal itici gazlar içerebilirler. Oda spreylerinden havaya yayılan gözle görünmeyecek kadar küçük parçacıklar, nefes almakla akciğere ulaşırlar. Özellikle astım gibi altta yatan bir sorun varlığında, hava yollarını rahatsız eden bu gazlar, yüksek dozlarda sinir sistemi üzerine de olumsuz etki yapmaktadır.

   Ayrıca, hem bu itici gazlar, hem de oda kokularındaki güzel kokulu kimyasallar, göz ve deri problemlerine de neden olabilirler.

   Oda deodorantlarının yanı sıra naftalinde de bulunan paradiklorobenzen, gözler ve üreme sistemi üzerine zararlı etkilidir, kansere yol açma olasılığı vardır.

   Limon/portakal kokusu veren limonen, nefes darlığına yol açabilir; göz ve burun allerjisine sebep olabilir.

   Bazı fitilli deodorantlar, formaldehit içerebilirler. Bu madde sadece havayolu, burun ve gözlerde tahriş yapmaz, aynı zamanda karaciğer bozukluğu ve kansere de neden olduğu gösterilmiştir.

  Kimi katı hava temizleyicilerde bulunan kamfor, nefes darlığı, halsizlik, baş dönmesi ve baş ağrısı gibi belirtilere yol açabilir.

   Oda spreyleri havada asılı kalmayıp yere, halılara ya da mobilyaların üzerine de “inerler”. Özellikle emekleyen veya yerde oyun oynayan çocuklar, ellerini ağızlarına götürdüklerinde bu maddelere ağız yoluyla da maruz kalmış olurlar.

   Oda kokularına benzer şekilde, kokulu mumlar, potpuriler ve tütsüler de sağlığa zarar verebilirler. Mumlar yandıklarında asetaldehit, formaldehit, naftalin gibi organik kimyasal maddeleri havaya yayarlar. Yine mumun yanmasıyla oluşan siyah isin tortusu aslen karbondan oluşsa da, ftalat ve uçucu organik bileşikler (benzene, toluen gibi) içerebilir. Bunlar havadan nefes yoluyla alınabileceği gibi, özellikle elektrik yüklü yüzeylere (televizyon, bilgisayar, plastik örtüler gibi) kolayca çekilirler. Bu maddelerin kanser ve sinir sistemi hasarı yapabilecekleri bilinmektedir. Ayrıca, bazı mum fitillerinde bulunan kurşun da mumun isine karışabilir. Kurşun, özellikle çocuklarda sinir sistemi hasarı ve öğrenme güçlüğü yapabilir.

   Tütsülerin yakılmasıyla havaya karışan küçük parçacıklar, solunum yollarını tahriş edebilir, astımı tetikleyebilir, çeşitli cilt yakınmalarına neden olabilir hatta kansere yol açabilir. Gebelik ve emzirme döneminde evlerinde tütsü yakılan çocukların ileride lösemi risklerinin arttığı gösterilmiştir.

   Tütsü ve mumların yakılması ile polisiklik aromatik hidrokarbonlar da açığa çıkar. Bu maddeler, gaz ve dizel yakıtları ile de havaya karışmaktadır ve bebeklerin düşük doğum tartısıyla doğmasına, bunun yanı sıra kansere sebebiyet verebilmektedir.

   Torbalarda ya da kaselerde kullanılan ve kurutulmuş çiçek/yapraklardan oluşan potpuriler nispeten daha güvenli olsalar da, kimi zaman paradiklorobenzen içerebilirler. Bu madde naftalinde de kullanılan bir böcek öldürücüdür ve kanser yapma olasılığı vardır.

   Kısaca, burada adı geçen ya da geçmeyen koku verici ürünler, solunum sistemi yakınmaları (nefes darlığı, burun tıkanıklığı, öksürük, astım krizi), cilt belirtileri (ekzema, kaşıntı, döküntü), bulantı, gözlerde kuruma/yaşarma, çift görme, kulak çınlaması, baş ağrısı, baş dönmesi, konsantrasyon güçlüğü, huzursuzluk gibi sinir sistemi yakınmalarına yol açabilir.

   Evleri kokularla “temiz”lemek yerine, basitçe temiz ve nemden uzak tutmak, bunun yanında sık sık havalandırmak tercih edilmelidir. İnatçı kokuların nedenini ortadan kaldırmak için karbonat ve sirke gibi doğal maddelerden yararlanılabilir.
SOĞUK HAVA VE SOLUNUM SİSTEMİ

   Hem sağlıklı, hem allerjik insanların yaklaşık yarısı soğuk havada burun akıntısından yakınırlar. Hatta akıntıya hapşırık da eşlik edebilir. Buna, “kayakçı burnu” da denmektedir.

   Soğuk hava, aynı zamanda astımlı hastalarda, özellikle soğukta efor yapılığında, nefes darlığını da tetikleyebilmektedir.

   Kışın en soğuk günlerini yaşadığımız şu günlerde, solunum yolları normale göre daha hassas olan astımlı hastaların daha çok özen göstermesi gerekiyor. Bilindiği gibi, astım, havayollarının çeşitli tetikleyici faktörlerle geçici olarak kasılması ve daralmasıyla karakterli bir hastalık. Bu tetikleyici faktörler arasında ev tozu akarları, polenler, hayvan tüyleri, küf mantarları gibi allerjenlerin yanı sıra, soğuk hava da bulunuyor. Özellikle soğuk havada efor gerektiren işler ya da egzersiz yapmak, astım krizini tetikleyebilir.

   Normalde havayollarının iç yüzeyini örten ince bir sıvı tabakası vardır. Soğuk havanın sık ve derin solunmasıyla bu sıvı daha yerine yenisi konamadan buharlaşır ve akışkanlığını kaybeder. İstirahat halinde ya da hafif egzersiz sırasında insanlar daha çok burun yoluyla solunum yaparlar. Dondurucu soğukluktaki hava bile burun boşluğundan vücuda girdiğinde tamamen ısıtılıp nemlendirilebilir. Normal şartlarda, nefes aldığımızda burundan geçen hava nemlendirilerek ve ısınarak akciğerlere ulaşır. Egzersiz sırasında ise daha hızlı ve derin nefes alıp verilir ve ağız solunumunun da devreye girmesiyle, akciğerlere giren hava yeterince nemlenip ısınamaz. Bu nedenden dolayı özellikle yurdumuzun büyük bir bölümünün kar altında olduğu şu günlerde, astımlı hastaların mümkün olduğunca soğuk havaya maruz kalmaması, mutlaka dış ortamda bulunmaları gerektiğinde ise ağız-burunlarını sıkıca örterek kısmen de olsa soğuk havadan kaçınmaları önerilir. Bunun yanında, ağız solunumu yerine burundan nefes almak, soğuk havanın ısınarak ve nemlenerek akciğerlere ulaşması açısından yararlı olacaktır.

Soğuk havanın dışında, bacalardan yayılan duman ve hava kirliliği de astım atağını tetikleyebilir. Astımlı hastaların kış ayları boyunca da düzenli hekim kontrolünü aksatmaması, ilaçlarını düzenli kullanması ve “kurtarıcı” dediğimiz ilaç grubundan olan ve hızlı nefes açıcı özelliğe sahip ilaçlarını her zaman kolayca ulaşabilecekleri yerde bulundurmaları önerilir.
AĞIZ ALLERJİSİ: ORAL ALLERJİ SENDROMU
(POLEN-BESİN ALLERJİ SENDROMU)


   Saman nezlesi olan kimi hastalarda bazı meyve ve sebzelere karşı ağızda allerji olması durumudur. Huş ağacı veya ot polenlerine allerjisi olan hastaların yaklaşık %40’ında saptanmıştır. Nedeni, polenlerdeki allerjenlerle bazı besinlerdeki allerjenlerin benzeşmesidir. Genellikle yaşça büyük çocuklarda ve erişkinlerde görülür.

   Belirtileri arasında dudaklarda, ağızda ve boğazda yanma ve kaşıntı; gözlerde sulanma ve kaşıntı; hapşırık ve burun akıntısı görülebilir. Ağır durumlarda “ürtiker (kurdeşen)” gelişebilir. Çok daha nadiren kusma, ishal, astım belirtileri ve hatta şok ortaya çıkabilir. Bazı hastalarda söz konusu meyveyi soymak, hatta dokunmak bile ciltte kaşıntı, döküntü ve şişmeye neden olabilir. Belirtiler, çoğunlukla besinle temastan dakikalar sonra ortaya çıkar, nadiren bir saati aşan sürede görülür. Şikayetler, yılın herhangi bir zamanı görülebilse de, polen mevsiminde en kötü halini alır.

  Bu rahatsızlığa en çok çiğ besinler neden olur. Bunun sebebi, besinler pişirildiğinde allerjiye neden olan proteinlerin çoğu zaman etkilerini yitirmesidir. Ancak fındık bunun dışındadır, pişirildiğinde dahi belirtilere neden olabilir.

  Huş ağacına allerjisi olanlarda kivi, elma, armut, şeftali, nektarin, kayısı, kiraz, erik, kereviz, havuç, maydanoz, patates, domates, biber, mercimek, fasulye, kişniş, rezene, erik, fındık, fıstık, badem ve ayçekirdeği ile belirtiler görülebilir. Çimen polenleri allerjisinde kavun, karpuz, kivi, portakal ve domates şikayete neden olabilir. Yine sıklıkla allerjiye sebep olan bitkilerden pelin otu allerjisinde kereviz, havuç, kavun, karpuz ve elma ile oral alerji sendromu gelişebilir. Bir polene allerji olması, o polenle ilişkili besinlerin hepsi ile sorun yaşanacağı anlamına gelmez.

  Tanıda en önemli nokta, kişinin daha önce o besini yediğinde belirtilerinin olmasıdır. Deri testleri ve kan tetkikleri de tanıda yardımcı olabilir. Çoğu hastada belirtiler hafiftir ve genellikle ilerlemez. Şu anda bu durumu ortadan kaldıracak bir tedavi bulunmamaktadır. Yapılacak olan sadece sorumlu besinden kaçınmak, ya da pişmiş olarak tüketmektir. Bazen meyvenin kabuğunun soyulması da işe yarayabilir. Bunun nedeni, şeftali gibi kimi meyvelerin kabuğundaki allerjen miktarının meyvenin etli kısmına göre daha fazla olmasıdır.
ALLERJİNİZİN NEDENİ OFİS ARKADAŞINIZIN KEDİSİ OLABİLİR


   Son derece sevimli olsalar da, kediler duyarlı kişilerde allerjik belirtileri tetikleyebilirler. Yapılan bilimsel çalışmalara göre, erişkinlerde kediye bağlı allerjik duyarlanma sıklığı %10 ile 15 arasındadır. Kedi allerjisine bağlı olarak, burun, göz, deri ve akciğerlere ait yakınmalar ortaya çıkabilir. Kedi allerjiniz saptandığında evinizde kedi beslenmediğinizi, hatta sokakta dahi kedi ile karşılaştığınızda yolunuzu değiştirdiğinizi dahi söyleyebilirsiniz. Ancak gün içinde aynı ortamda bulunduğunuz kişilere, hatta ofis arkadaşınıza ait bir kedi bile allerjinizi tetikleyebilir.

   Kedi kaynaklı allerjenler birden fazla çeşit olmakla beraber, bunlar içinde en sık allerji yapanı “Fel d1”dir. Protein yapılı bu allerjen, kedinin deri, yağ, tükürük ve gözyaşı bezleri kaynaklı olabilir. Başlıca kedi derisi ve tüylerinin üzerinde yerleşmiş olarak bulunur. Oldukça yapışkan olduğundan giysilere de yapışması ve böylece kedi bulunmayan yerlere taşınması da mümkündür. Dolayısıyla, kedi allerjisi olan bir kişide, kişi kediyle doğrudan temas etmese de, kedi ile temas etmiş kişiyle karşılaşma sonucu allerjik yakınmalar ortaya çıkabilir.

   Havaya karışan Fel d1, kedi allerjisi olan kişilerde solunum yollarına girince öksürük, hapşırık, nefes darlığı, burunda kaşıntı, tıkanma veya akıntı, gözlerde kızarıklık, kaşınma ve akıntı gibi belirtilere yol açabilir, astımlı hastalarda astım krizini tetikleyebilir.

  Kediye bağlı allerji olması durumunda, en uygun çözüm, kediden uzak durulmasıdır. Ancak, kimi hastalar, neredeyse evin bir bireyi haline gelmiş kedilerinden uzak duramıyorlarsa, hiç değilse yatak odasından kedinin uzak tutulması bir derece yararlı olabilir. Yatak odasının kapısı allerjenlerin girişini biraz olsun önlemek için mutlaka kapalı tutulmalıdır.

   Alınabilecek diğer önlemler arasında, kedinin belli aralıklarla yıkanması, “HEPA” (İngilizce, “High Efficiency Particulate Arrestance”, yani “Yüksek Etkinlikli Parçacık Tutulumu” kelimesinin baş harflerinden oluşan kısaltma) adı verilen özel filtreleri içeren hava temizleyici cihazların kullanımı uygun olacaktır. Yine, HEPA filtresi içeren elektrik süpürgeleri, kedi allerjenlerinin süzülmesinde fayda sağlayabilir.

   Kedi allerjenlerinin kolayca yapışmasını önlemek amacıyla kumaş kaplı mobilyaların azaltılması, mümkün olduğunca halıları kaldırma ve yerlerin cilalanması da alınabilecek önlemler arasındadır. Evin bolca havalandırması da yarar sağlayabilir. Bunların yanı sıra, kediyle temas sonrası ellerin yıkanması, kedinin bakımı ve atıkları ile mümkünse allerjik olmayan birinin ilgilenmesi önerilebilir.

   Kedilerde Fel d1 üretimi, hormonal kontrol altındadır. Erkek kedilerin allerji yapma olasılığı, dişi kedilere göre daha fazladır. Erkek kediler kısırlaştırıldıklarında, bu allerjenin miktarı bariz derecede azalmaktadır.

   Kedi evden uzaklaştırılsa dahi, allerjenleri uzun bir süre (aylarca) evde kalabilir. Bu nedenle, kedi evden ayrıldıktan sonra, ya da daha önce kedi yaşamış bir eve taşınılacaksa, iyi bir temizlik yapılması uygun olacaktır.

  Kedi allerjisi olan kişi, kedili bir evi ziyaret edecekse, öncesinde doktor önerisiyle allerji önleyici bazı ilaçlar kullanması yararlı olabilir.

   Kedi allerjisinden şüphelenildiğinde, deri testi ya da kan testleriyle allerji tanısı konabilir. Kedi evden uzaklaştırılamıyorsa ve yukarıdaki tedbirlere rağmen kişinin allerjisi kontrol altına alınamıyorsa, allerji uzmanınca aşı tedavisi önerilebilir.
BEBEK EMZİĞİ, PREZERVATİF, BALON, SİLGİ HATTA KLAVYENİZE
ALLERJİNİZ OLABİLİR


   Yüzerken kullandığınız bone ve gözlükler kaşıntı yapıyorsa, bebeğinize verdiğiniz emzik onu rahatsız ediyorsa, balon şişirirken hapşırık ve öksürük nöbetlerine tutuluyorsanız bu, lateks allerjiniz olduğu anlamına gelebilir.

Hayatta Karşılaştığımız Lateks Kaynakları Nelerdir?

   Lateks, “Hevea brasiliensis” adlı kauçuk ağacının süte benzer özsuyudur. Pek çok sentetik kauçuk türüne de “lateks” ismi verilmekle beraber, bunlar allerjik reaksiyona yol açan proteinler içermez.

   Paket lastikleri, korseler, yüzücü boneleri ve gözlükleri, prezervatifler, bebek emzikleri, balonlar, oyuncaklar, toplar (tenis, basketbol…), silgiler, yapıştırıcılar, halı altlıkları, telefon kordonları ve elektronik cihazların tuşları (bilgisayar klavyesi, hesap makinesi gibi) günlük hayatta karşılaştığımız lateks kaynaklarını oluşturur. Bunun dışında tıbbi girişimlerde kullanılan eldivenler, diş hekimliğinde kullanılan kimi malzemeler, bazı enjeksiyon araç-gereci, oksijen maskeleri, idrar sondaları ve bandajlar da lateks içerir. Ayrıca araba lastiklerinin asfalta teması sonucu atmosfere yayılan lateks parçacıkları da şehir havasında bulunmaktadır. Bu parçacıklar, solunum yoluyla akciğerlere girebilecek kadar küçüktür. Havayoluyla alınan lateks parçacıkları latekse karşı duyarlanmaya neden olur.


Kimler Lateks Allerjisi Riski Altındadır?

   “Spina bifida” adı verilen bir omurga gelişim sorununda, doğumsal idrar yolu problemleri olanlarda ve sık cerrahi girişim geçirenlerde yoğun olarak latekse maruz kalmaları nedeniyle lateks allerjisi riski fazladır (yüzde 50 kadar). Lateks eldiven kullanan sağlık personelinde (doktorlar, hemşireler ve laborantlar gibi) risk yüzde10 civarındadır. Mesleği gereği latekse maruz kalanlarda da (örneğin kauçuk sanayi çalışanları ya da lateks eldiven kullanan kişiler) risk genel topluma göre artış göstermektedir. Bu kişilerin özellikle allerjiye eğilimli oldukları da biliniyorsa, lateks içermeyen ürünleri tercih etmeleri yararlı olacaktır.


Lateks Alerjisinin Belirtileri Nelerdir?

   Kişiden kişiye ağırlığı değişmekle beraber, ciltte döküntü, kızarıklık; gözlerde kızarma, sulanma ve kaşıntı, hapşırık, öksürük, nefes darlığı, burun akıntısı ve şok görülebilir.

   Döküntü ve kızarıklık gibi belirtiler daha çok lateks içeren ürünlere temas sonucu ortaya çıkar. Nefes darlığı gibi solunum yolu şikayetleri ise lateksin hava yoluyla alınmasıyla görülür. Örneğin, lateks eldivenlerde kullanılan pudraya lateks proteinleri yapıştığından eldiven elden çıkarıldığında bunların havaya yayılmasıyla belirtiler ortaya çıkabilir. Ameliyathane ve yoğun-bakım ünitelerinde bu allerjenik pudranın bol miktarda bulunduğu saptanmıştır. Ağır reaksiyonlar daha çok bedenin nemli bölgelerine ya da cerrahi sırasında iç organlara lateks temasıyla gelişir. Bunun nedeni, allerjenin nemli yüzeylerden vücuda daha hızlı girmesidir.

   Bazı besinlerle lateks allerjisi olan kişilerde allerjik şikayetler görülebilir. Buna “çapraz duyarlılık” denir. Çapraz duyarlılığın nedeni, kauçuk yapısındaki kimi proteinlerin bazı besinlerdeki proteinlerle benzerlik göstermesidir. Bu tür besinler arasında kivi, avokado, kestane, muz, mango, kavun, domates ve daha nadiren elma, armut, üzüm ve şeftali sayılabilir.”


Lateks Allerjisi’ne Tanı Koyma

   Deri testi ya da kan testi ile lateks allerjisi tanısı konabilir. Kauçuk içeren ürünlerle temas sonrası yukarıdakilere benzer yakınmaları olan kişi hekime başvurmalı ve gereğine göre uygulanacak tanı yöntemi seçilmelidir.


Tedavide İlk Basamak, Sorunun Farkında Olmak!

   Lateks allerjisi olduğu saptanan kişi, lateks içeren ürünlerden uzak durmalı ve sorunun farkında olmalıdır. Çoğu lateks içeren ürünün yerine lateks içermeyen eşdeğerlerinin piyasada bulunabileceği unutulmamalı ve allerjisi olan kişi, üzerinde lateks allerjisi olduğunu belirten bir künye/kolye ya da yazılı döküman ve cerrahi girişimlerde gerekebilecek lateks içermeyen eldiven bulundurmalıdır.

  Lateks allerjisi olan kişilerin cerrahi girişim öncesi, hekimi bu konuda uyarmaları önerilir. Ameliyat öncesi bu durum bilindiğinde anestezist ve cerrah gerekli tedbirleri alacaktır.

  Lateks, elbette sağlık personeli için de risk oluşturmaktadır, ancak hekim ya da diğer sağlık personeli, büyük olasılıkla zaten kendi lateks allerjisinin farkında olduğundan buna yönelik önlemleri alacaktır.
ASTIM VE ALLERJİ KONUSUNDA YANLIŞ BİLİNENLER


  •  “Astım, bulaşıcı bir hastalıktır”
   Astım, genetik faktörlerin altta yattığı, çevresel faktörlerle tetiklenebilen bir hastalıktır.
Bir enfeksiyon hastalığı olmadığından bir kişiden diğerine bulaşması söz konusu değildir.


  •  “Astım tedavisinde kullanılan spreyler alışkanlık/bağımlılık yapar, ciğerleri kurutur; bir kez başlarsam bir daha hiç bırakamam”
   Sprey ya da kuru toz şeklinde ilaçların uygulanması, bağımlılık yapması söz konusu değildir. Bu konudaki yaygın inanışının tam tersine, tüm ilaç uygulama şekilleri arasında en zararsızıdır denebilir. Ağızdan (tablet ya da kapsül) ve enjeksiyon şeklinde (damardan ya da kas içine) ilaç uygulandığında, verilen doz kana karışır, tüm vücuda yayılır. Oysa sprey/kuru toz uygulayıcıları kullanıldığında, sistemik uygulamaya göre çok daha küçük miktarda ilaç (mikrogram düzeyinde) verilmektedir. Bunun sebebi; ilacın hedef bölgeye vücutta dolaşmadan, doğrudan ulaşmasıdır. Bu yolla ilaç verilmesinin bağımlılık yapması söz konusu değildir.

   Astım tedavisinde kullanılan ilaçların akciğerleri “kurutması” mümkün değildir. Uzun araştırmalar sonucu geliştirilmiş olan bu ilaçları hekiminiz, her ilacı olduğu gibi, olası yarar ve zararını göz önünde bulundurarak reçetelemektedir.


  •  “Kortizon, çok zararlıdır, ne olursa olsun kullanılmamasını gerektirecek pek çok yan etkisi bulunmaktadır”
   Zararsız olduğunu düşündüğümüz vitaminleri ve tamamen bitkisel ilaçları da kapsayacak şekilde her ilacın yan etkisi olabilir. Buna kortizon da dahildir. Önemli olan, ilacın beklenen yararının potansiyel zararından büyük olmasıdır. Başka bir deyişle; eğer o ilacı kullanmamak hastaya daha çok zarar verecekse, hasta ilacı kullanmalıdır.

   Astımlı hastalara kortizon ancak ağır durumlarda (kriz ya da alevlenme gibi) ağızdan ya da enjeksiyon yoluyla verilir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi kana hemen hiç karışmayan sprey şeklindeki kortizonun neredeyse hiç yan etkisi yoktur. Kimi hastalarda sprey şeklindeki kortizon kullanımına bağlı ses kısıklığı ya da kuru öksürük gibi şikayetler çok basit bir önlemle, yani spreyi kullandıktan sonra ağzın çalkalanmasıyla önlenebilir.


  • “Astımın asıl tedavisi allerji aşılarıdır”

   Allerji aşıları, ancak belli bir yaş grubundaki ve az sayıda allerjene karşı allerjisi olan hastalarda uygulanır. Bu kararı ancak bir allerji uzmanı vermelidir. Ne yazık ki, günümüzde pek çok astım hastası, aşıyı astımlarını ortadan kaldıracak bir kurtarıcı olarak görmektedir. Aşı sadece belli bir allerjene karşı kişinin duyarlılığını ortadan kaldırabilir. Oysa her astım allerjik olmadığı gibi; allerjik astımlarda da sadece aşı tedavisi asla yeterli olamaz. Her durumda öncelikle kişinin astımı tedavi edilmelidir. Çünkü aslında geri dönüşlü belirtileri olan astım hastalığı uygun şekilde tedavi edilmediğinde akciğerlerde kalıcı hasar bırakabilmektedir.



  •  “Kendimi iyi hissediyorum, şikayetlerim düzeldi, öyleyse ilaçlarımı bırakabilirim”
   Şikayetler düzelse de, ilaçları azaltma ya da bırakma kararını hasta asla kendi kendine vermemelidir. Astım her ne kadar geri dönüşlü belirtilerle seyretse de, eksik tedavi bronşlardaki daralmanın kalıcı hale gelmesine neden olabilir. Bu konuda doktora güvenilmeli ve ilaçların ne kadar süre ile kullanılması kararı uzmanlara bırakılmalıdır.


  • “Astımlı hastalar spor yapmamalıdır”
   Doğru tedavi edilen ve iyi takip edilen astım, kişinin hayatını etkilemez. Astımlı hasta, doktorunun önerisi doğrultusunda spor yapabilir. Yalnızca, bazı hastalarda spor öncesi nefes açıcı ilaç kullanımı gerekli olabilir. Bunun yanında, spordan ziyade, örneğin çok tozlu bir spor salonu ya da aşırı su buharı ile dolu kapalı bir havuzun hastanın şikayetlerini başlatabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.


  •  “Etrafımdaki al erjenlerin hangisinden korunayım ki? Kaçınmaktansa bırakayım, vücudum allerjenlere alışsın”
   Ne yazık ki, “çivi çiviyi söker” yaklaşımı al erji için geçerli değildir. Yani, herhangi bir allerjene daha çok maruz kalmak, o allerjene “alışmayı” sağlamaz. Tam tersine, solunum yoluyla alınan allerjenlere (örneğin polenler, ev tozu akarları, küf mantarları, kedi-köpek tüyleri gibi) ne kadar çok maruz kalınırsa, geçen zaman içinde allerjik yakınmalar daha da şiddetlenecektir. Bu nedenle, allerjenlerden mümkün olduğunca kaçınmak uygun olacaktır.


  • “Hamilelikte astım ilaçları bebeğe zararlıdır”

   Astımlı hastaların yaklaşık üçte birinde gebelik sırasında astım belirtileri hafifler, üçte birinde değişmez, üçte birinde ise kötüleşir. Daha önce de belirtildiği gibi, sprey şeklindeki ilaçların neredeyse hiç yan etkisi yoktur. Bu nedenle gebelikte doktor önerisi doğrultusunda güvenle kullanılabilirler. Bebeğe asıl zarar verecek olan hekimin kontrolü altında verilecek olan ilaçlar değil, annenin astıma bağlı tedavi edilmemiş sorunlarıdır. Bu nedenle, astımlı hastaların gebelik boyunca hekim kontrolünde olmaları gerekmektedir.
BAHAR ALLERJİLERİ

   Allerji, aslında “zararlı” olarak kabul edilmeyen çevresel etkenlere karşı vücudun aşırı tepkisidir. Bağışıklık sistemimiz aslında mikroplar gibi zararlı etkenlerle savaşmaya programlanmıştır. Ancak allerjiye sebep olan faktörler, bazı bireylerde “yanlış alarm” verir. Vücuda normal şartlar altında bir zarar vermesi beklenmeyen maddelere karşı vücut bir çeşit savaş açar ve allerji belirtileri ortaya çıkar. Duyarlı kişilerde allerjik reaksiyonlara sebep olan maddelere “allerjen” denir. Örneğin, allerjisi olmayan sağlıklı bir birey polenleri soluduğunda vücudunda herhangi bir değişiklik olmazken, allerjik yapıdaki bireyde hapşırık, burun akıntısı/tıkanması, nezle, nefes darlığı gibi belirtiler görülebilmektedir. Allerji, genetik eğilimi olan kişilerde çevresel faktörlerin de etkisiyle ortaya çıkabilmektedir. Günümüzde hem enfeksiyon kontrolünün artması ve hijyen koşullarının düzelmesi ile, hem de toplumun gelişmesine bağlı olarak her geçen gün daha çok allerjene maruz kalmamızdan dolayı, allerjik hastalıklar artış göstermiştir.

   Allerjenler vücuda hava/solunum yoluyla (polenler, küfler, ev tozları gibi), ağız yoluyla (besinler, ilaçlar gibi) ve deri yoluyla (kimyasal maddeler, böcek ısırıkları gibi) girebilir. Allerjik hastalıklar arasında astım, saman nezlesi, egzema, ürtiker (kurdeşen), göz nezlesi sayılabilir.

   Allerjik kişilerin güzel bahar günlerini kabusa çeviren polenler ya da diğer adıyla çiçek tozları, bitkilerin erkek tohumlarıdır. Genellikle, renkli, kokulu çiçeklerin polenleri büyüktür ve bitkilerin bu cezbedici özellikleri nedeniyle böceklerle taşınırlar. Havaya yayılmadıklarından alerjiye neden olmaları çok olası değildir. Oysa küçük polenler, rüzgarla taşındıklarından bitkiden kilometrelerce uzaktaki kişide bile allerjiye neden olabilir. Allerjik bireylerin polen allerjileri farklılık gösterir. En çok allerjiye neden olan polenler arasında kızılağaç, fındık, zeytin, kavak, çayır otu, pelin, arpa, buğday, yulaf ve çavdar polenleri sayılabilir. Ağaç polenleri daha çok Şubat-Mayıs, ot polenleri Mayıs-Haziran aylarında, yabani ot polenleri ise yaz ortasından sonbahara dek yakınmalara neden olur. Sabah saatlerinde havadaki polen miktarı genellikle daha fazladır. Yağmurlu günlerde havada uçuşan polen miktarı azaldığından polen allerjisi olan kişiler rahat eder. Tam tersine sıcak ve rüzgarlı günlerde polen yayılımı artar.

   Bazı kişilerde allerjik oldukları polenle benzer aileden olan bitkilere karşı da allerji görülebilir. Buna “çapraz allerji” adı verilmektedir. Örneğin, huş ağacı polenine allerjisi olan kişiler, elma, armut, havuç, kereviz ve domates yediklerinde dudaklarında ve damaklarında kaşıntı olabilir.

   Polenler, saman nezlesi (allerjik nezle) ve astım belirtilerini tetikleyebilirler. Saman nezlesi aslında “mevsimsel allerjik rinit” olarak bilinen hastalığın halk arasındaki adıdır. Çoğunlukla ilk belirtiler çocuklukta ve gençlikte ortaya çıkar. Burunda ve genizde akıntı ve kaşıntı, hapşırık, gözlerde sulanma/yaşarma/kızarıklık, göz altlarında morarma gibi yakınmalara neden olur. Çocuklarda burnun elle yukarı doğru sürekli itilmesiyle (“allerjik selam”) burun üzerinde çizgi şeklinde iz görülebilir. Hayat kalitesini oldukça bozan bu rahatsızlık, polenlerin solunmasıyla ve gözlere temas etmesiyle ortaya çıkar. Allerjik nezlesi olan bazı hastalar, mikrobik bir solunum yolu enfeksiyonu geçirdiklerini düşünebilirler. 1-2 haftayı geçen şikayetleri olan hastalar, mutlaka bir hekime başvurmalıdır.

   Saman nezlesinden korunmada ilk adım, hastanın hangi polene karşı alerjisinin olduğunun saptanmasıdır. Bu amaçla hızlı ve kolay uygulanan deri testlerinden, kimi zaman da kan testlerinden yararlanılır. Allerji yapan etken saptandığında, kişi bundan olabildiğince uzaklaşmalıdır. Tedavide allerji önleyici ilaçlardan yararlanılır. Uygun kişilerde aşı tedavisi de belirtilerin giderilmesine yardımcı olabilir.

   Nefes darlığı, hava açlığı, öksürük, balgam çıkarma, göğüste tıkanma hissi gibi belirtilerle seyreden astım, bahar aylarında polenlerin yayılmasıyla kötüleşebilir. Polen allerjisi olan astımlı hastaların allerjik oldukları polenlerin yayıldığı haftalar/aylar boyunca şikayetleri artabilir. Bu dönemde hastanın ilaç tedavisinin yeniden düzenlenmesi gerekebilir.

   Diğer allerjenlere göre polenlerden kaçınmak biraz daha zordur. Örneğin sadece kedi tüyüne allerjisi olan hasta, kediden uzak durarak şikayetlerinden kurtulabilir. Oysa tüm dış ortamda yaygın olarak bulunduklarından polenlerden uzak durmak daha zordur. Yine de alınacak bazı tedbirlerle, kişinin maruz kaldığı polen miktarı azaltılabilir. Aslında polen allerjisinden kaçınmanın ideal yolunun, kişinin allerjisinin olduğu bitkinin yetiştiği bölgeden başka bir yere taşınması olduğu düşünülebilir. Ancak bu pratikte önerilmemektedir. Bir polene allerjisi olan kişi, yeni bir bölgeye taşınsa bile zaman içinde maruz kaldığı yeni polenlere karşı da allerji gelişebilmektedir.

   Polen mevsiminde:

• Araba ve evlerin pencereleri kapalı tutulmalıdır. Polenler daha çok sabah saat 05.00-10.00 arasında yayıldıklarından ev öğleden sonra havalandırılmalıdır.

• Hasta mümkün olduğunca sokağa çıkmamalıdır. Dışarı çıktığında yapabiliyorsa polen maskesi kullanmalıdır. Polen mevsiminde açık havada spor yapmak doğru değildir.

• Araba ile yolculuk yapıldığında camlar kapalı tutulmalıdır.

• Gözlerin yanını da örten güneş gözlüklerinin faydası olabilir.

• Dışarıdan eve gelindiğinde hemen giysiler değiştirilerek yıkanmalı, mümkünse burun içini dahi yıkayarak banyo yapılmalıdır. Saçların yıkanması da buraya yapışan polenlerin temizlenmesi açısından yarar sağlar.

• Çamaşırlar dışarıda kurutulmamalıdır, üstlerine polen yapışabilir. Mümkünse polen mevsiminde çamaşır kurutma makinesi kullanılmalıdır.

• Evde ve arabadaki klimaların polen filtreleri sık sık değiştirilmelidir.

• Ev içi hava temizleyiciler eve giren polenlerin ortadan kaldırılmasında faydalı olabilir.

• Evcil hayvanlar yatak odasına sokulmamalıdır. Bu hayvanların dışarıda gezdiklerinde tüylerine yapışan polenler de allerjiye neden olabilir.

• Polen mevsiminde toz, sigara dumanı, boya kokusu, parfüm gibi irritanlardan uzak durmak, polen allerjisi olan kişinin şikayetlerinin ağırlaşmasını engeller.

   Unutulmamalıdır ki, kişi kalıtsal olarak allerjiye eğilimli de olsa, allerji gelişiminde çevrenin rolü yadsınamaz. Allerjiye genetik yatkınlığı olan kişilerin alacağı allerji karşıtı önlemler, allerjik yakınmaların ortaya çıkmasını engeller, ya da geciktirir.
ASTIM

Astım, havayollarının mikrobik olmayan iltihabi bir hastalığıdır. Astımlı hastaların havayolları normale göre daha duyarlı olup tetikleyici faktörlerle geri dönüşlü olarak daralmaktadır.


Astım, uzun süreli, hatta hayat boyu sürebilen bir rahatsızlıktır. Uygun tedavi ve düzenli kontrolle astımlı hastalar tamamen normal bir hayat sürebilmektedir. Önemli olan, astımlı hastanın şikayeti olmadığı dönemde dahi kontrolü terketmemesi ve hekiminin gerekli gördüğü ilaçları kullanmaya devam etmesidir, çünkü belirtiler olmadığı zamanlarda bile astımlı hastaların havayollarındaki iltihabi olay varlığını sürdürmektedir. Erken evrede dönemsel olan astım şikayetleri, eğer düzenli ve yeterli tedavi alınmazsa süreklilik kazanabilmekte, havayollarında kalıcı değişiklikler meydana gelmektedir. Bu aşamada astımın tedavisi zorlaşmakta ve hasta daha çok ilaç kullanmak zorunda kalmaktadır.


ASTIMIN BELİRTİLERİ NELERDİR?

• Nefes darlığı

• Hırıltılı/hışıltılı solunum

• Islık sesi şeklinde solunum

• Hava açlığı

• Öksürük (özellikle gece ya da sabaha karşı)

• Koyu kıvamlı, yapışkan, genellikle az miktarda balgam


ASTIMIN SIKLIĞI NEDİR?

Ülkemiz genelinde her 10-20 kişiden birinde, İstanbul’da her 5-10 kişiden birinde astım görülmektedir.


ASTIM GELİŞİMİ İÇİN RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?

• Kalıtsal yatkınlık (ailede astım hastalığı olması)

• Bazı meslekler (marangozluk, doğramacılık, mobilyacılık, fırıncılık, kuaförlük, sağlık personeli, veterinerlik, kümes hayvanı yetiştiriciliği, lehimcilik, kaynakçılık, dökümcülük, çiftçilik, plastik/kauçuk/kimya/ilaç endüstrileri, çay/tütün üretimi, demiryolu işçiliği, itfaiyecilik, kuru temizleyicilik, temizlik işinde çalışma gibi)

• Bebeklikte allerji yapan maddelere yoğun maruziyet

• Özellikle ilk 2 yaşta ağır solunum yolu hastalıkları

• Gebelikte annenin sigara içmesi (bebek için risk faktörü)

• Ebeveynlerin sigara içmesi

• Anne karnındayken bebeğin yetersiz beslenmesi ve düşük tartılı doğması


ASTIMI TETİKLEYEN FAKTÖRLER NELERDİR?

• Ev tozu akarları

• Polenler

• Kedi/köpek/hamamböceği allerjenleri

• Ev içi mantarları

• Dış ortam kirliliği (egzos, hava kirliliği)

• İç ortam kirliliği (sigara, ocaklar, bacasız soba, şömine, sprey/boya/cila kokuları)

• Çamaşır suyu, deterjan, kezzap, tuz ruhu gibi kimyasal maddeler

• Mikrobik solunum yolu hastalıkları

• Olumsuz hava koşulları (soğuk hava, rüzgar, ani ısı değişikliği, sis)

• Egzersiz

• Gastroözofageal reflü (mide içeriğinin yemek borusuna kaçması)

• Duygusal faktörler

• Adet öncesi dönem/menopoz

• Bazı besinler ve besinlere eklenen katkı maddeleri

• İlaçlar

o Bazı ağrı kesiciler

o Bazı tansiyon ve kalp ilaçları

o Bazı göz damlaları

o Anestezide kullanlılan bazı ilaçlar

o Radyolojik tetkikler esnasında kullanılan ilaçlar


TETİKLEYİCİ FAKTÖRLERDEN NASIL KORUNMALI?

Ev tozu akarları:

Astımlılarda en sık allerji yapan allerjendir.
Akarlar, gözle görülmeyecek kadar küçük canlılardır. Yatak, yastık, halı, tüylü oyuncaklar ve tekstil liflerinde yaşarlar. Yaşayabilmek için nemli ve sıcak ortamlara ihtiyaç duyarlar. Deriden dökülen ölü hücrelerle beslenirler. Kuruyarak toz haline gelen dışkıları allerjiye neden olur. Akar allerjisi olanların yakınmaları ilkbahar ve sonbahar aylarında ve genellikle sabaha karşı artar.

Akarlardan korunmak için:

• Özellikle yatak odasındaki halılar, kadife kumaşlı mobilya/perdeler, tüylü oyuncaklar, koltuklar, kitap gibi toz tutan eşyalar mümkünse tamamen kaldırılmalı hiç değilse azaltılmalıdır.

• Mobilyalarda kumaş yerine deri veya vinleks kaplama tercih edilmelidir.

• Yatak, yorgan ve yastıkların pamuklu/yün/kuştüyü olanları yerine orlon/dakron gibi sentetik olanları tercih edilmelidir.

• Çarşaf ve nevresimler 60°C veya üzerinde haftada bir yıkanmalıdır.

• Akar geçirmeyen özel yatak kılıfları kullanılabilir. Bu kılıflar iki haftada bir ıslak bezle silinmelidir.

• Perdeler, kilimler, giysiler iki haftada bir 60°C veya üzerinde yıkanmalıdır.

• Halılar, güçlü bir elektrik süpürgesiyle en az haftada bir temizlenmelidir.

• Temizlik yapılan odaya hasta en az 20 dakika sonra girmelidir, kendi temizlik yapıyorsa maske/tülbentle ağzını ve burnunu örtmelidir.

• Ev içi nem kontrol altına alınmalıdır. Havadaki nem %45’in altına düştüğünde akarlar ölürler.

• Odalar iyice havalandırılmalıdır.

• Buhar makineleri ve nemlendiriciler kullanılmamalıdır.

• Temizlikte akar öldürücü kimyasal maddeler kullanılabilir. Ancak bunlar hastanın kendisi tarafından uygulanmamalıdır.

Polenler:

Mevsimsel yakınmalara neden olur. Burunda ve genizde akıntı ve kaşıntı, hapşırık, gözlerde sulanma/yaşarma/kızarıklık görülebilir. Ağaç polenleri daha çok Şubat-Mayıs, ot polenleri Mayıs-Haziran aylarında şikayetlere neden olur.

Polen mevsiminde:

• Araba ve evlerin pencereleri kapalı tutulmalıdır.

• Hasta mümkün olduğunca sokağa çıkmamalıdır.

• Yapabiliyorsa maske kullanmalıdır.

• Dışarıdan eve gelindiğinde hemen giysiler değiştirilerek yıkanmalı, mümkünse burun içini dahi yıkayarak banyo yapılmalıdır.

• Çamaşırlar dışarıda kurutulmamalıdır, üstlerine polen yapışabilir.


Kedi/köpek/hamamböceği allerjenleri:

Kedi ve köpeklerin kürkünde, tüylerinde, tükürüğünde, idrarında ve dışkısında bulunan allerjenler, evin her tarafına kolaylıkla yayılabilir. Kediler, köpeklere göre daha fazla allerji yapıcı etkiye sahiptirler. Bir evden kedi uzaklaştıktan 3 ay sonra bile allerjen etkisi devam etmektedir.

Hamamböcekleri, özellikle mutfaklarda sıktırlar ve yiyecek artıklarının dolduğu girintilerde yaşarlar.

• Kedi/köpek allerjisinden korunmanın en etkili yolu, evden bu hayvanların uzaklaştırılması ve bulundukları ortamlara girilmemesidir.

• Hayvanlar evden uzaklaştırılamıyorsa, her hafta veya iki haftada bir yıkanmalı, her gün açık havada tüyleri fırçalanmalı, yatak odalarına asla sokulmamalı ve ev en az haftada iki kez elektrik süpürgesi ile temizlenmelidir.

• Hamamböceği allerjisinde tek çözüm, bu canlıların ilaçlamayla ortadan kaldırılmasıdır. Ancak, ilaçlama hasta evde yokken yapılmalı ve eve girmeden en az 2 saat önce iyice havalandırılmalıdır.


Ev içi mantarları:

Nemli, karanlık, serin bodrum katları ve banyo gibi havalandırması iyi olmayan yerlerde mantarlar üreyebilir.

• Mümkün olduğunca evdeki nem azaltılmalı, ev sık sık havalandırılmalıdır.

• Odun, eski kitaplar, kağıtlar, meyve ve sebzeler uzun süre evde tutulmamalıdır.

• Nemli yüzeyler sık sık çamaşır suyuyla slinmelidir.

• Üzerinde mantar üremiş eşyalar evden uzaklaştırılmalıdır.


Dış ortam kirliliği:

• Hava kirliliğinin arttığı durumlarda gereksiz fiziksel aktivitelerden ve mümkün olduğunca dışarı çıkmaktan sakınılmalıdır.

• Çok zorunlu olduğu zaman, dışarı çıkmadan önce doktorun önereceği kısa etkili bir bronş genişletici kullanılmalıdır.

• Hava kirliliği sözkonusu olduğunda pencereler kapalı tutulmalıdır.


İç ortam kirliliği:

• Astımlı hasta sigara içmemeli ve içilen ortamlarda bulunmamalıdır.

• Bacasız soba/şömine kullanılmamalı, sık sık baca temizlenmelidir.

• Yemek pişirilirken aspiratörle ocak ya da fırının dumanı çekilmeli, mutfak iyice havalandırılmalıdır.

• Astımlı hasta mümkün olduğunca kömür/odun/sıvı yakıt dumanına, parfüm, temizlik maddeleri, kızartma, sprey, boya ve cila kokularına maruz kalmamalıdır.


Mikrobik solunum yolu hastalıkları:

Astımlı hastalar normale göre daha kolaylıkla solunum yollarının mikrobik hastalıklarına yakalanırlar ve bu hastalıklar astımlıların şikayetlerini alevlendirebilir.

• Astımlılar solunum yolu infeksiyonu geçiren kişilerle temastan kaçınmalıdır.

• Astımlı hastalara her yıl Eylül-Ekim aylarında grip aşısı önerilir.

• Mikrobik hastalıklar sırasında astım ilaçlarının dozunu arttırmak veya yeni ilaç eklemek gerekebilir.

Olumsuz hava koşulları:

• Mümkün olduğunca soğuğa maruz kalmamalıdır.

• Soğukta egzersiz yapmaktan kaçınmalıdır.


Egzersiz:

• Egzersizden önce kısa etkili havayolu genişleticiler kullanılabilir.

• Egzersiz kısıtlanmamalı, tersine hastanın tolere edebildiği sporlar yapılmalıdır.


Gastroözofageal reflü:

Mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçmasıdır. Özellikle yemeklerden ½-1 saat sonra göğüste yanma şikayetine neden olabilir. Yanma, sırtüstü yatıldığında ve mide asidini arttıran yiyecek ve içeceklerle artar. Öksürük görülebilir. Bu rahatsızlığın tanısı konduğunda doktor tarafından tedavi önerilir.

Alınacak genel önlemler:

• Yemek sonrası en az 3 saat yatılmaması

• Yatak başının (sadece yastığın değil, belden itibaren tüm yatak başının) en az 20 cm yükseltilmesi

• Düzenli öğünlerle yemek yenmesi, her öğünde aşırı yemek yenmemesi

• Yağlı yemeklerden ve baharat, çay, kahve, asitli içecekler, çikolatadan kaçınılması

• Sigara ve alkol kullanılmaması


Besinler:

Besinlere bağlı olarak gelişen allerjilerde hastalarda kaşıntı, döküntü, dudaklarda yanma, yüzde kızarma, burun tıkanıklığı ve akıntısı, hapşırık, gözlerde kaşıntı ve yaşarma, nefes darlığı, dilde şişme, karın ağrısı, ishal, kusma görülebilir. Bu şikayetler besinin alınmasından ½ saat sonra görülebileceği gibi, 1 gün sonra da ortaya çıkabilir.
Allerjiye en çok neden olan besinler arasında yumurta, soya, fındık-ceviz, balık, süt sayılabilir. Ancak hastada her türlü besine karşı allerji saptanabilir. Hangi besine karşı allerjisi olduğunu, hasta şüphelendiği besini tek başına (diğer besinlerle karıştırmadan) tüketerek saptayabilir.
Besin allerjisinden korunmanın yolu sorumlu besinin kesilmesidir.
Bazı besinlere eklenen katkı maddeleri de (boyalar, sülfit, tartarazin, benzoat, monosodyum glutamat) şikayete neden olabilir. Bu katkı maddelerini içeren besinler arasında konserveler, kuruyemişler, patates cipsi, bira, şarap ve Çin yemekleri bulunur.


İlaçlar:

Astımlı hastalarda aspirin ya da diğer ağrı kesicileri aldıktan ½ saat sonra göğüste sıkışma, öksürük, burun akıntısı, gözlerde kızarma, baş-boyunda kızarıklık görülebilir. Daha ciddi durumlarda şok ve şuur kaybı görülebilir.
Aspirin allerjisi bulunan astımlı hastalarda beraberinde burun polipleri de bulunabilir. Gerekli durumlarda hastanın allerjisi olmayan bir ağrı kesici tercih edilir.
Bazı tansiyon ve kalp ilaçları, glokomda kullanılan göz damlaları, anestezide kullanılan maddeler ve radyolojik tetkikler esnasında kullanılan ilaçlar da astımlı hastalarda şikayetlere neden olabilir. Doktorunuza herhangi bir ilaç reçete edilmesinden önce astımınız olduğunu bildirirseniz, size uygun ilacı yazacaktır.


HAMİLELİKTE ASTIM TEDAVİSİ

Hamile astım hastalarının yarısında belirtilerde bir değişiklik görülmez. Her 4 hastadan birinde şikayetler azalır, yine her 4 hastadan birinde şikayetler artar. Hamilelikte astım tedavi edilmezse oluşacak olan oksijen azlığı, bebekte ilaçlardan çok daha fazla olumsuz etkiye sahiptir. Bu nedenle astımlı hamilelerin mutlaka doktor kontrolünde olup yeterli tedavi alması gereklidir.


ASTIM TANISI NASIL KONUR?

Yakınmaları astımı düşündüren bir hastada doktorun uygulayacağı solunum fonksiyon testleri, deri testleri, kan tetkikleri ve akciğer filminin değerlendirilmesiyle astım tanısı konur.


ASTIM TEDAVİSİ

Astım tedavisinde amaç, hastanın solunum fonksiyonlarını en iyi düzeye getirmek, şikayetlerini önlemek ve normal günlük aktivitesini sürdürmesini sağlamaktır.

Bu amaçlarla iki grup ilaçtan yararlanılır:

1) Önleyici/koruyucu ilaçlar:

Solunum yollarındaki iltihabı yoketmeye yöneliktirler. Uzun süreli kullanımları gereklidir.

Bu gruptaki ilaçlar:

• Kortizon

• Kromolin


2) Belirtileri giderici ilaçlar:

Bronşlardaki daralmayı ve spazmı ortadan kaldırırlar.

Bu gruptaki ilaçlar:

• Beta-2 mimetikler

• Teofilin

• Antikolinerjikler


İlaçları uygulama yolları:

Astım tedavisinde kullanılan ilaçlar, solunum yoluyla, ağızdan veya injeksiyon yoluyla kullanılabilir.

Solunum yoluyla ilaç uygulanması durumunda, ilaç doğrudan hasta bölgeye ulaşabilmekte ve az/hiç yan etkiye neden olmaktadır. Yaygın kanının aksine, bu yolla ilaç kullanımı asla bağımlılık ya da alışkanlık yapmaz, “ciğerleri kurutmaz”!

Solunum yoluyla ilaçlar spreyler ya da kuru toz uygulayıcılarıyla alınır. Her iki yolla da uygulama sonrasında ağız çalkalanmalı, mümkünse gargara yapılmalıdır (öksürük,ses kısıklığı ve ağızda pamukçuk oluşumunu önlemek için).

Spreyler:

Yanlış kullanımı önlemek için spreyle ağız arasında hazne kullanılabilir.
İlaç haznenin içine sıkıldıktan sonra 3-5 saniye havada asılı kalır. Bu sırada hasta hazneden yavaş ve derin bir nefes almalı, 10 saniye kadar nefesini tutmalıdır. Her seferde hazneye bir dozdan fazla ilaç sıkılmamalıdır. Hazneler, haftada bir yıkanarak kurutulmalıdır.

Kuru toz uygulayıcıları:

İtici gaz (kloroflorokarbon) içermediklerinden çevreye zarar vermezler. Dışarı nefes verdikten sonra, cihaz hazırlanıp ağız parçasından hızlı ve derin bir nefes çekilir. Cihazın içine nefes verilmemelidir, ilaç rutubetlenebilir.